Bizimle iletişim kur

Köşe Yazıları

Komediden Trajediye Yola Çıkan Bir Gemi: Triangle of Sadness İnceleme Yazısı

Yayınlandı

on

Radio Mood App

The Square (2017) filminin hemen ardından “Triangle of Sadness” filmiyle de Cannes Film Festivalinde büyük ödülü (Palme d’Or) alan Ruben Östlund büyük bir başarıya imza atarak ismini, bu ödülü daha önce de iki kez kazanan (üç defa kazanan henüz yok) Emir Kusturica, Ken Loach, Francis Ford Coppola, Michael Haneke, Bille August, Dardenne kardeşler, Alf Sjöberg ve Shohei Imamura gibi yönetmenlerin yanına eklemeyi başardı.

Şunu en baştan söylemekte fayda var. Büyük ödül son iki senedir oldukça tartışmalı filmlere gidiyor. Geçen sene çılgınlığıyla öne çıkan Titane (2021), bu sene de seyirciler tarafından beğenilen ancak eleştirmenlerce pek sevilmemiş olan “Triangle of Sadness”… Elbette ki filmi çok beğenen sinema eleştirmenleri de mevcut; ancak bazı önemli eleştirmenlerin filmi yerden yere vurduğu da bir gerçek. Örneğin A.O. Scott (The New York Times) film için “gerçekten kötü bir film” diye bahsediyor, Peter Bradshaw (The Guardian) ise 5 üzerinden 2 yıldız vererek filmi beğenmediğini saklama gereği duymuyor.

Force Majeure (2014) filmiyle son 10 yılın en iyi filmlerinden birine imza atan Östlund, babalık kavramı üzerinden erkeklik meselesini oldukça komik bir dille yerin dibine sokmuştu. Büyük ödüle kavuşacağı “The Square” filminde ise hem göçmen meselesine hem de sanat dünyasının uyduruk ve ikiyüzlü entelliğine muzip dilini yine esirgemeden değinecekti. Östlund, son filmiyle hedef tahtasına bu sefer zenginleri koyuyor. Fakat hakkını yememek lazım. Östlund bu filminde hem zenginleri hem de sonlara doğru fakirleri (bu vesileyle tüm insanlığı) eleştirmekten çekinmiyor. Zaten ilk filminde de buna benzer bir eşitlikçi anlayışa sahipti. Film (Force Majeure) boyunca babayı yerle yeksan ederken; son sahnede bir anda anneyi de dalga konusu yapmayı ihmal etmemişti. 

-spoiler-

Film, erkek modeller üzerinden muhteşem bir taşlama ile başlıyor. Filmin daha ilk sahnesinden artık yönetmenin de ismiyle özdeşleşebilecek olan tuhaf durum komedileriyle seyirci filme yavaştan ısındırılıyor. Bu erkek modeller arasında bizim film boyunca izleyeceğimiz isim ise Carl. O, bir zamanlar oldukça meşhur olan ancak son birkaç yıldır sosyal medyada da takipçi kaybetmeye başlamış bir modeldir. Yaya isminde, kendisi gibi model olan kız arkadaşıyla amaçsız bir hayatın içindedirler. Takipçi sayısı fazla olduğundan erkek arkadaşından daha çok para kazanan Yaya, Carl’ı instagram hesabından paylaşacağı fotoğrafları çekmesi için yanında taşıdığı bir fotoğrafçı gibi kullanmaktadır. Üç kısma ayrılan filmin ilk bölümünde de bu çiftin yemeğin ardından bir türlü ödenemeyen hesap sonrası kavga ettiklerine şahit oluruz. Yaya’nın gelen hesabı bile görmezden gelerek yedikleri her yemeği kendisine ödettiğini iddia eden Carl, kadın ve erkek rollerindeki klişelerden sıkıldığını söylemektedir. Yaya’ya göre oldukça seksi görünen erkeğin hesabı ödemesi klişesi, aslında tam bir cimri olan Carl’ın canını sıkmaktadır. Ona göre mesele para değil (aslında paradır), sadece toplumdaki kabul edişlerin bir türlü sorgulanamıyor oluşudur. Türk televizyonlarında bile pek çok kez skecini izlediğimiz bu derin olmayan mesele filmin ilk kısmında büyük bir yer işgal eder. Başlarda gülüp eğlendiğimiz tartışma, uzamaya devam ettikçe hafiften sıkmaya başlar.

Filmin en beğendiğim bölümü olan ve tamamı büyük bir yatta geçen ikinci kısımda ise Carl ve Yaya dışında başka karakterler de filme dâhil olur. Gübre işi sayesinde zenginleşen bir Rus milyarder, İsveçli bir teknoloji zengini ve el bombası satan bir İngiliz çift filmin komedisini besleyen diğer önemli karakterlerdir. Dışkı satarak zenginleştiğini kahkaha atarak dile getiren ve gemiye sevgilisi ve karısıyla birlikte gelen Rus milyarder filmin en güçlü yan karakterlerinden biridir. Bu arada, filmin Rus-Ukrayna savaşından önce çekildiğini hatırlatayım. Muhtemelen savaş sonrası olsa yönetmen böyle bir karakteri filme koymazdı.

İngiliz çift ise kendilerini, üçüncü dünya ülkelerine demokrasi götürürken çok faydalı olan bir ürünün satıcısı olarak tanıtırlar. Carl merakla “bu ürün ne” diye sorduğunda ise gülerek patlayıcı (mayın ve el bombası) sattıklarını söylerler. İkinci bölümün sonunda da yine bir televizyon skeci kalitesinde bir sahneyle yanlarına düşen el bombasının (kendi sattıkları ürünlerden biri) patlaması sonucu ölürler.

Tüm bu zenginlerin arasında Carl ve Yaya çifti de vardır. İkili, Yaya’nın instagram hesabı sayesinde bu tarz lüks gezilerden ücretsiz faydalanabilmektedir. İkinci bölümün başlarında Carl, yine bir sahte erkeklik krizlerine girer. Gemi güvertesinde güneşlenirlerken yanlarında üstünü çıkaran bir erkek mürettebata Yaya’nın sevecenlikle selam vermesi Carl’ı yine rahatsız eder. Kız arkadaşı sayesinde her türlü aktiviteden bedava faydalanan ve buna rağmen bir hesabı bile öderken mızmızlanan Carl, gidip bu çalışanı ondan sorumlu olan kişiye şikâyet eder ve aslında buna niyet etmemiş olsa da bu adamın işten kovulmasına yol açar.

Filmin en güzel sahneleri ise ikinci bölümün sonlarına saklanmıştır. Kaptanla birlikte akşam yemeği yiyecek olan zengin misafirleri kötü bir sürpriz beklemektedir. Kuvvetli bir fırtınaya yakalanan gemi hiç olmadığı kadar sallanmakta ve misafirlerin de midesini olabildiğince çalkalamaktadır. Yedikleri onca kaliteli yemek bir süre sonra böğürme sesleri eşliğinde bir güzel çıkarılır. Bir süre sonra neredeyse tüm zenginler, kendi kusmukları ve tuvaletlerin patlaması sonrası da kendi pisliklerinde yuvarlanıp duracaklardır.

Woody Harrelson’ın canlandırdığı işini pek umursamayan kaptan karakteri ise kendi söylemiyle bir komünist değil bir sosyalist ve aynı zamanda da Marksist’tir. İkinci bölümün sonlarında Rus milyarderle giriştikleri söz düellosu filmin yine kötü bir skeç havasına bürünmesine yol açar.

İkinci bölüm, bir grup korsanın gemiyi havaya uçurmasıyla son bulurken; hayatta kalanların bir adada bir araya gelmesiyle üçüncü bölüm başlamış olur. Gemide apaçık belli olan sınıfsal farklılıklar adaya düşülmesiyle birlikte keskin bir şekilde kaybolup yer değiştirecektir. Gemide üç bölmede yer alan üç farklı sınıf, adada tek bir zeminde bir araya gelmek zorunda kalır. Yönetmen gemiyi; en üstte zenginler, ortada beyaz ırktan olan garsonlar, en altta ise temizlik ve bakım gibi en pis işleri yapan göçmenler olacak şekilde tasarlamışken; bu katmanlar yönetmen tarafından adada becerilere göre yeniden oluşturulur. Artık zenginlerin esamesi okunmaz olmuştur. Adada yeni patron, gemideyken tuvalet temizleyen ve orta yaşlı bir kadın olan Abigail olacaktır. Çünkü içlerinde ateş yakmasını bilen ve karınlarını doyuracak balıkları elleriyle tutabilen tek kişi odur. Hükümranlığını iyice oturtan Abigail, bir süre sonra yanına seks kölesi yapacağı Carl’ı da alacaktır. Carl, karnını doyurabilmek için Abigail’in seks oyuncağı olmayı hiç kafasına takmaz. Fakat Abigail ve Yaya’nın gezintiye çıktıkları bir gün, aslında adada yalnız olmadıklarını fark etmeleri Abigail’in de liderliğinin sonu anlamına gelir. Artık kurtulduğuna emin bir şekilde kumsalda keyif yapan Yaya, Abigail’i sivil hayatta yanına asistan olarak almanın planlarını yaparken Abigail elinde kocaman bir taşla Yaya’yı öldürme niyetindedir. Filmde gösterilmese de Abigail, büyük ihtimalle o eşeği öldürdükleri şekilde Yaya’yı öldürmüştür. Yine kuvvetle muhtemel Carl da bu cinayete şahit olup gördüklerini haber vermek için telaşla diğerlerine doğru koşmaktadır.

-spoiler-

Filmde zenginler olabildiğince kötü bir şekilde resmedilir. Zenginler, normalde geminin yelkenleri olmamasına rağmen yelkenlerin kirli olduğunu iddia edecek kadar aptaldır. Zenginler, ölen eşlerinin kolye ve yüzüğünü o esnada almayı hesap edecek kadar paragözdür. Zenginler, etraflarında alt sınıftan kimse olmadan karınlarını doyuramayacak kadar beceriksizdir. Zenginler, bir eşeğin anırmasından bile tedirginlik duyan korkaklardır. Ancak Östlund, yine eşitlik ilkesini gözetir ve fakirleri de özellikle Abigail’in filmin sonundaki korkunç değişimi ile birlikte fırsatçı ve zalim yapmaktan geri durmaz.

Filmin Cannes Film Festivalinde büyük ödülü almasına ise bir yorum yapamayacağım. Sonuçta diğer filmleri görme imkânım olmadığından bu filmi onların yanında bir yere koyamıyorum. Fakat kişisel görüşüm Östlund’ın bir kısır döngüye girdiği yönünde. Bundan önceki iki filminde bunu başarıp üçüncü filminde de birebir aynı yöntemle jüriyi yakalayabilmesi nereden bakarsanız bakın büyük bir şans. Belki Östlund değil, onun yerine tecrübesiz bir yönetmen olsa çuvallayabilirdi. Östlund’ın mizansen yaratma yeteneği gerçekten muazzam. Basit meselelerden ve günlük sohbetlerden fevkalade sahneler yakalayabiliyor. Bu filminde de bunu pek çok yerde yapmış. Ancak bu filmde tekrara düştüğünü, bazı sahneleri çok sündürdüğünü ve skeçlere konu olan basit temaları anlatmayı tercih ettiğini düşünecek olursak filmi bir başyapıt olarak değerlendirmenin pek mümkün olmadığını düşünüyorum. Yine de “Triangle of Sadness”, bu senenin kesinlikle bir kez olsun şans verilmesi gerektiğini düşündüğüm filmlerinden biri.

Köşe Yazıları

Gladyatör 2 Film Yorumları! Gladyatör 2 İzlenir mi?

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

Gladyatör 2 filmini Filmin Adı Ne Kanka ev sahipliğinde World Cinezone sinema salonlarında vizyondan üç gün önce izledik.

World Cinezone’un Kokteyli ve Ev Sahipliği Üst Düzeydi. World Cinezone ve Filmin Adı Ne Kanka’ya Teşekkürler

Harika bir akşamdı World Cinezone sinemaları usta bir şefin hazırladığı özel bir menüyü kokteyl sırasında bize sundu ve çok keyifli bir başlangıç yaptık.

World Cinezone‘da Lazer IMAX teknolojisi ile Mutlaka Tanışın

Ve sonrasında Gladyatör 2 filmini teknolojinin geldiği son nokta olan Lazer IMAX teknolojisi ile izledik. Görüntü kalitesi ve ses harikaydı.Film öncesinde bize özel yirmi dakikalık bir sunum izlettiler ve mevcut IMAX teknolojisi ile şu anki bu 4K Lazer IMAX teknolojisi arasındaki görüntü kalite farkını da çok net şekilde görmüş olduk.

Gladyatör 2 Ne Anlatıyor?

Filme gelecek olursak 2,5 saatlik uzun süresine rağmen aslında film çok ilginç şekilde yönetmenin anlatmak istediklerine göre çok hızlandırılmış gibi kaldı. Örneğin beş veya altı kez hikayenin farklı dönüm noktalarında filmdeki çeşitli karakterler veya halk karşı karşıya kaldıkları durumu çok çabuk kabullenip hikayenin bir sonraki evresine geçmemizi sağladılar. Neden bu kadar çabuk kabullendiklerine anlam veremedim. Siz de izlediğinizde muhtemelen bana hak vereceksiniz özellikle Hanno ile Lucilla arasındaki iki konuşma arasında neredeyse bir günlük fark var ama ikinci karşılaşmalarında Hanno’yu bir anda her şeyi kabullenmiş olarak izliyoruz.

Gladyatör ve Gladyatör 2 Karşılaştırması

Bunun yanı sıra tabii ki ilk filmin efsane mertebesinde olması bu filmin işini çok zorlaştırıyordu ki öyle de oldu film kaliteli görsellere, iyi aksiyon sahnelerine detaylı sahne çekimlerine sahip iyi bir aksiyon filmi olarak karşımıza çıkıyor, ilk film gibi efsane mertebesine erişemiyor. Ve ilk filmden benzerlikler (aslında onun sebebi Maximus’un yaptıklarının karakterimizin hafızasında olması) var. Hikayenin benzerliklerini bir kenara bırakırsak film müziklerinde de birebir aynı şarkıların kullanılması ilginç olmuş.

Gladyatör 2’den Aklımda Kalanlar

Film içerisinde en çok dikkatimi çeken karakterler ise ikiz imparatorları oynayan oyuncuların çizdikleri tuhaf, sarkastik, dengesiz karakterlerdi. Filmden aklımda en çok kalan nedir diye sorsanız onları söylerim. Bunun yanı sıra Denzel Washington’ın canlandırdığı karakterin yaptıkları beni hayal kırıklığına uğratırken başrol oyuncusu Paul Mescal ise bazı sahnelerde o sahnenin duygusunu çok iyi verirken bazı sahnelerde ise tutuk kalmış gibiydi. Buna anlam veremedim. E tabii ki Russell Crowe’un ilk filmdeki performansı da akıllarımıza öyle bir kazınmıştı ki gerçekten onun üstüne çıkmak için oskarlık performans gerekiyordu.

Gladyatör 2 İçin Son Söz

Gladyatör’ün bu hafta sonu izlenecek en iyi film olduğunu da hatırlatmalıyım. Özellikle Lazer IMAX‘te ya da en kötü ihtimalle IMAX salonda izlerseniz büyük keyif alırsınız.

Şimdiden İyi Seyirler

Tolga Yiğit

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Dune: Prophecy Dizisi, Karakter Derinliği ve Gizemle Başladı

Yayınlandı

on

Radio Mood App

Dune evrenine yeni bir soluk getiren Dune: Prophecy dizisinin ilk bölümünü bugün yapılan özel prömiyerle izledik.

BATUHAN ŞAFAK

Dune serisinin evreninde geçen ve özellikle Bene Gesserit kardeşliğine odaklanan dizi, karanlık atmosferi ve güçlü karakter derinliğiyle dikkat çekti.

Bene Gesserit, zihin ve beden üzerinde mutlak kontrol sağlayabilen, sıradışı yeteneklere sahip bir kadınlar grubudur. Dune: Prophecy, bu grup üyelerinin, insanlık üzerinde uzun vadeli etki yaratacak planlarını nasıl şekillendirdiklerini ve bu güç mücadelesinin ardındaki gizemi keşfeden bir hikaye sunuyor. Dizinin ilk bölümü, izleyicileri derinlemesine bir evrene sokarak, karakterlerin içsel çatışmalarını ve yönetebilecekleri güçleri gözler önüne seriyor.

Büyük bir Dune film serisinin ve kitaplarının hayranı olarak, dizinin atmosferinin orijinal eserin karanlık ve derin yapısına sadık kalması, kitabın hayranlarını memnun edecek bir detay olarak öne çıkıyor. Dune: Prophecy, Bene Gesserit’in güçleriyle insanlık tarihi üzerindeki etkilerini sorgularken, izleyiciyi aynı zamanda Herbert’ın evrenindeki karmaşık politik ve felsefi yapılarla da tanıştırıyor.

Dizinin görsel atmosferi, Dune evrenine ait ikonik manzaraları ve teknolojiyi etkileyici bir şekilde yansıtıyor.

Dune evreninin derinliklerine inen bu yeni dizi, hem eski hayranları hem de yeni izleyiciler için benzersiz bir deneyim sunuyor.

Dizinin ilerleyen bölümleri, Bene Gesserit’in uzun vadeli planlarını ve bu karanlık gücün insanlık üzerindeki etkilerini daha da derinlemesine inceleyecek gibi duruyor. Dune evrenine olan ilgisiyle tanınan izleyiciler, şimdiden dizinin gelecekteki bölümleri için sabırsızlanıyor. İlk bölüm sadece Blu Tv‘de 18 Kasım günü geliyor.

Batuhan (a.k.a. Bengeekstan) Şafak

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Gladyatör 2: IMAX Lazer Deneyimiyle Efsanenin Geri Dönüşü | Film İnceleme

Gladyatör 2 Filminin Yorumları Spoilersız Olarak Yazımızda Siiz Bekliyor. En Çok Merak Edilen “Gladyatör 2 İlk Filme Göre Nasıl Olmuş? ” Sorusunun Cevabını da bulacaksınız.

Yayınlandı

on

Radio Mood App

Vizyonundan 3 gün önce gerçekleşen Gladyatör 2 filminin özel gösterimi, yalnızca filmi değil, aynı zamanda Türkiye’de ilk kez IMAX Lazer teknolojisini deneyimleme fırsatını da sundu. Yıllardır sinemaya gitmiş olmamıza rağmen, bu teknoloji farkıyla gerçekten “gerçek sinema” deneyiminin ne olduğunu yeniden keşfettik. IMAX lazer, ses ve görsel kalitesiyle daha önceki IMAX deneyimlerinden çok daha üstün bir performans sunuyor. Görüntülerdeki canlılık ve derinlik, sahneleri daha etkileyici ve sürükleyici hale getirirken, ses kalitesinin yüksek çözünürlükteki detayları, her anı hissedilir kıldı.

Gladyatör 2 Özel Gösterimi – Filmin Adı Ne Kanka ve Batuhan (a.k.a. Bengeekstan) Şafak

Gladyatör 2 Film Konusu ve Hikaye Akışı Nasıldı?

Gladyatör 2’nin hikayesi, ilk filmdeki kahramanımız Maximus’un izinden giden Hanno’nun üzerine odaklanıyor. Hanno, imparatorluk tarafından yalnızca halkı eğlendirmek için arenada ölüm kalım savaşlarına zorlanmaktadır. Ancak Hanno, öfkesini dizginleyemeyen bir savaşçı olarak, Roma İmparatorluğu’nu sarsacak bir darbe için harekete geçmeye karar verir. En büyük düşmanı olarak gördüğü adamdan intikam almak gibi kişisel bir motivasyonu da olan Hanno, kendi savaşını verdiği arenada, izleyicilere bir güç ve intikam hikayesi sunuyor. Esas soru ise Hanno’nun geçmişinde saklı olan sırrın ne oldu?

Gladyatör 2 Filmininde Performanslar, Yorum ve Genel Değerlendirme

Filmi değerlendirirken, özellikle başrol oyuncusu Paul Mescal’ın performansı bende karmaşık bir izlenim bıraktı. Bazı sahnelerde etkileyici bir performans sergilerken, bazı anlarda duygusal geçişlerde yetersiz kaldı. İlk filme kıyasla, Gladyatör 2’nin genel atmosferi ve hikayesi beklenen düzeye ulaşamasa da, aksiyon ve savaş sahnelerindeki gerçekçilikle izleyicileri bir nebze tatmin edebiliyor. Yine de Gladyatör efsanesinin ilk filminin gölgesinde kalan bir devam filmi olarak akılda kalacak.

Gladyatör 2 Neden İzlenir?

Sonuç olarak, Gladyatör 2 yine de vakit ayırmaya değer bir yapım; özellikle IMAX Lazer deneyimiyle filmi görsel bir şölen haline getiren bu özel gösterim, filmden bağımsız olarak bile unutulmaz bir sinema deneyimi sunuyor.

Batuhan (a.k.a. Bengeekstan) Şafak

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

The Penguin Dizi Yorumları Penguen Neden İzlenir?

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

HBO’nun yeni süperstar dizisi ülkemizde de Amerika yayının saatler sonrasında hem de Türkçe dublajlı olarak BluTV‘de yayınlanan The Penguin sekizinci bölümüyle final yaptı. The Batman filminde tanıştığımız ve Colin Farrell‘ın canlandırdığı Penguen kendine has hikayesi ve Colin Farrell ve diğer başrol oyuncusu Cristin Milioti‘nin resitalleri karşımıza çıktı.

Colin Farrell (Penguin/Oz Cobb) ve Cristin Milioti (Sofia Falcone) – HBO Dizisi The Penguin’de

Dizi aslında günümde geçmesine (örneğin herkes son model iPhone falan kullanıyor 🙂 rağmen yapımcı Lauren LeFranc ve özellikle yönetmen Craig Zobel harika bir atmosfer yaratarak kendinizi 70’li, 80’li yıllarda hissetmenizi sağlayacak görselliği yakalamışlar ve bunu sizi rahatsız etmeyen bir anlatımla başarıyorlar. Bunda müziklerin seçiminin de çok etkisi var.

Penguen Suların Yıktığı Gotham’da Yükselecek mi?

DC’nin yeni Batman serisinin başlangıç filmi The Batman’de yeni Batman olarak Robert Pattinson’ı izlediğimiz gibi uzun yıllar sonra kötü adam Penguen’de Batman filmine dönüş yapmıştı. Ama ilk filmde biraz arka planda kalan bir rolde karşımıza çıkan Penguen HBO’nun süprizi ile The Batman sonrası kendi solo hikayesi ve 8 bölümlük dizisi ile hikayesinin derinine ve travmalarına inmemizi sağladı. Aslında WB Discovery ve HBO 2022’deki ilk Batman filmi ile 2026 yılında vizyona girecek olan ikinci filmin arasında güzel bir hikaye geliştirmiş oldu. İlk filmde arka planda kalan Penguen’in yaşananlar sonrası Gotham City’deki güç savaşında arada kalışı ve savaştan tüm gücü alarak çıkmaya çalışmasını anlatıyor. Ancak çok çok sert rakipleri ve engelleri var.

The Penguin Gotham Şehrinde Güç Savaşının İçinde

The Batman filminde biraz arka planda kalmış olmasına rağmen bu dizi ile birlikte ikinci film öncesi Gotham City’de nasıl bir güç savaşı verildiğini ve Oz Cobb’un yani Penguen’in bu savaş içersindeki rolünü izliyoruz. Dizide Penguen’e kimi zaman kaypaklığı, iki yüzlülüğü ve aldatmacaları yüzünden kızarken kimi zaman da içten içe hayatındaki arka plan konuları yüzünden üzülüyor sempati duyuyorsunuz. Ama en nihayetinde Oz tüm dizi boyunca yine Penguenliğini yapıyor 🙂

The Penguin 8. Bölüm Etkileyiciydi

Son bölümde küçük küçük üç tane sürpriz olması hoştu. Spoiler vermeden üçü için de Batman filminden küçük işaretler desem şimdilik yeterli olacaktır. Özellikle son anda gelen bir siyah mektup çok dikkat çekiciydi.

ikinci film öncesinde Penguenin artık Batman için gerçekten çok güçlü ve tüm kötülüğü ile ciddi bir düşman olacak mı? Yoksa bu zidideki hikayesi ile düşecek mi? Kısacası dizideki güç mücadelesini kazanıp kazanmayacağını bu sekiz bölümlük mini dizi ile seyretmek beklediğimden çok daha yüksek bir performans gördüğüm için iyi oldu.

The Penguin / Penguen Dizisi İçin Son Söz

BluTV‘de yayınlanan Penguen dizisi bu sonbaharın en sağlam televizyon dizilerinden birisi olmuş. Batman filmlerini seviyorsanız, çizgi romanların hayranıysanız ve karanlık atmosferli suç hikayelerini seviyorsanız muhakkak BluTV den The Penguin dizisini izleyin kaçırmayın.

Şimdiden İyi Seyirler

Tolga Yiğit

The Batman Film Yorumunu İzleyin

Devamını Okuyun
Reklam

En Çok Okunanlar