Bizimle iletişim kur

Kitap

“Pers Oğlan/Büyük İskender 2” Kitabının Hikayesi Nedir?

Yayınlandı

on

Radio Mood App

Pers Oğlan, soylu bir aileden gelen Bagoas’ın önce kaçırılıp hadım edilmesinin, Pers kralı Darius’a satılıp gözdesi hâline gelmesinin, sonra da Büyük İskender’in askerlerinin Pers kuvvetlerini tarumar ettikten sonra kendine hizmetkâr ve dost etmesinin hikâyesini anlatıyor. Böylece her iki cepheden Büyük İskender’in canlı portresini ortaya koyabiliyor, Yunanla Persi, Batı’yla Doğu’yu birleştirme hırsının nereden kaynaklandığını gösterebiliyor. Otuz üç yaşında öldüğünde, tarihin en büyük liderlerinden olan bir antik kahramanın, aşkın Büyük İskender’inin ömrünü her yönüyle gözler önüne seriyor.

Büyük İskender Üçlemesi, ünlü tarihi roman yazarı Mary Renault’nun, çarpıcı yeteneğiyle antik dünyanın gerçek kahramanlarını canlandırdığı, kanları ve terleriyle, tüm tutkuları ve vahşetleriyle, gizli yönleri ve dünyevi hırslarıyla kurguladığı başyapıtı.

The Atlantic Monthly: Bayan Renault’nun yaptığı gibi, savaşçıya derinden âşık olan bu yarı erkek yarı fahişeyi anlatmak için yetenek gerekir.

Sarah Waters: Renault’nun başyapıtı. Yazılmış en büyük tarihi romanlardan biri.

Çevirmen: Çağla Taşkın.

Devamını Okuyun
Reklam
Yorum gezintisi

Yorum yazabilmek için giriş yapın Giriş

Yorum Yaz

Kitap

Birinci Dünya Savaşı Sonrası İngiltere’de Geçen “Uğurböceği” Kitabının Konusu Nedir?

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

Birinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği yıllarda, İngiltere’de aristokrat bir kadın olan Leydi Daphne kendi içsel çatışmalarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Savaşın yaraladığı kocasıyla birlikte sürdürdüğü hayatta, yitirdiği tutkunun izlerini ararken bir Alman savaş esiri olan Kont Dionys’in varlığı, Daphne’nin iç dünyasında derin yankılar uyandırır. Bu yasak çekim, ona hem arzuladığı özgürlüğü hem de toplumun koyduğu sınırlarla hesaplaşmayı getirir.

D. H. Lawrence’ın insan ruhunun karanlık köşelerini ve aşkın gizemli doğasını çarpıcı bir şekilde işlediği Uğurböceği, duygusal yoğunluk ve psikolojik derinlikle örülü bir başyapıt. Toplumsal normlar, aşk ve savaşın yarattığı kırılganlık arasında sıkışmış bir kadının içsel yolculuğunu anlatan bu kısa roman, bireysel arzular ve ahlaki ikilemlerle dolu bir dünyaya kapı aralıyor.

THE NEW YORK REVIEW OF BOOKS: Lawrence, kim olursak olalım, yaşamamız gerekenden daha sönük yaşadığımızı kabul etmemizi sağlıyor.

Çevirmen: Canan Vaner.

Devamını Okuyun

Kitap

Jane Austen’in Yarım Kalan Son Romanı “Sanditon” Raflardaki Yerini Aldı

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

İngiliz yazar Jane Austen’ın 1817’deki erken ölümü nedeniyle yarım bıraktığı son romanı Sanditon, Can Yayınları Kısa Klasik dizisinde okurla buluşuyor. Austen, tamamlayamadığı bu eserinde, romanlarındaki tanıdık bir meseleyi konu alıyor ve 19. yüzyıldan bir “soylulaştırma” hikâyesiyle dönemin İngiltere’sini, kültürünü, sosyal yaşantısını ve karmaşık insan ilişkilerini anlatıyor.

Edebiyat tarihinin en sevilen eserlerini kaleme alan İngiliz yazar Jane Austen’in 1817’deki erken ölümü nedeniyle yarım bıraktığı son romanı Sanditon, Can Yayınları etiketiyle raflarda.

Romanı yazdığı sırada yaşadığı sıkıntılar nedeniyle hastalık ve hasta olma olgularını da kendine has alaycı bir dille mercek altına alan Austen, aynı zamanda günümüzde de çokça mustarip olduğumuz bir “mutenalaştırma” hikâyesini anlatıyor. Sanditon’da bir grup “hastalık hastası” aristokratın ve sağlık turizmine geniş yatırımlar yapmış gencin üzerinden çağın İngiltere’sini, kültürünü, sosyal yaşantısını ve karmaşık insan ilişkilerini de gözler önüne seriyor.

Birkaç yıl öncesine kadar küçük, gösterişsiz bir balıkçı kasabası olan Sanditon yatırımcıların dönemin modasına aynı zamanda sağlık turizmine uygun hale getirmek için çalıştıkları bir sahil kasabasıdır. Anlatının merkezinde bu kasabanın yanı sıra Sussex’li bir taşra beyefendisinin henüz evlenmemiş kızlarının en büyüğü Charlotte Heywood yer alır. Kasaba kendini modaya uygun bir yer olarak yeniden keşfetmeye çalışırken, Charlotte Heywood da oranın sakinleri arasında yeni bir başlangıç yapmaya çalışır.

Birçok edebiyat eleştirmeninin, tamamlansaydı yazarın en çok sevilen, okunan başyapıtlarından biri olacağını düşündüğü Sanditon, Austen’ın bitiremediği diğer iki romanı Watson Ailesi ve Lady Susan’la birlikte Can Yayınları’nda.

Devamını Okuyun

Kitap

Kawabata Edebiyatının Özü: “Avuç İçi Öyküler” Raflardaki Yerini Aldı

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

1968’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen ilk Japon yazar Yasunari Kawabata’nın kariyeri boyunca kaleme aldığı öykülerinden oluşan Avuç İçi Öyküler, Can Yayınları etiketiyle okurla buluşuyor. İlki 1920’de, sonuncusu ise ölümünden sonra, 1972’de yayımlanan ve yalnızlık, ölüm, yas, geçip giden ömür, yoksulluk gibi konuları ele alan bu öykülerin her biri minimalist bir zenginliğin ürünü…

“Bir sürü insan şehirde böyle yürüyüp ilkyazın gelişini üretiyor. Bu şehir, insanların ilkyazıymış gibi gelmiyor mu sana da?”

1968’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Yasunari Kawabata’nın ilk kez 1920’lerin başında okurla buluşan eseri Avuç İçi Öyküler, yazarın kariyeri boyunca kaleme aldığı ve çoğu sadece iki ila üç sayfa uzunluğunda olan 146 kısa öyküden oluşuyor. Sanatının özünü romanlarında değil, yaşamı boyunca yazdığı ve Avuç İçi Öyküler adı altında topladığı kitapta aramak gerektiğini düşünen Kawabata, duygusallıkla yüklü öyküleriyle aynı zamanda kendi kişisel evrimini de yansıtıyor. Yalnızlık, ölüm, yas, geçip giden ömür, yoksulluk gibi konuları ele alan bu öykülerin her biri minimalist bir zenginliğin ürünü.

“Birçok yazar gençliğinde şiir yazar; ben şiir yerine Avuç İçi Öyküler’i yazdım… Gençlik günlerimin şiirsel ruhu onlarda yaşıyor.”

Yasunari Kawabata

Devamını Okuyun

Kitap

Virginia Woolf’un Başyapıtı “Mrs. Dalloway” Can Yayınları Etiketiyle Raflardaki Yerini Aldı

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

Modernist hareketin en önemli yazarlarından Virginia Woolf’un modern romanın dönüm noktası kabul edilen başyapıtı, Mrs. Dalloway, Can Yayınları’nda okurla buluşuyor. Savaş sonrası İngiltere’sinde geçen eserinde bir yandan bireylerin psikolojik durumunu ve toplumsal yapıyı irdelerken bir yandan da gündelik ayrıntıların ötesine geçerek, yaşamın kırılganlığını ve insan ruhunun derinliklerini apaçık ortaya koyuyor…

Cinsiyet eşitliği ve medeni haklar konusundaki yazıları ve çalışmalarıyla dünya kadın hareketinde önemli bir yere sahip olan Virginia Woolf’un, modern romanın dönüm noktası sayılabilecek eseri Mrs. Dalloway okurla buluşuyor.

Modernist dönemin en büyük İngiliz yazarı, bu eşsiz başyapıtında, görünüşte birbirinden çok başka hayatlar yasayan karakterlerin aslında nasıl benzer sorunlarla boğuştuklarını anlatırken, savaş sonrası İngiltere’sinde bireylerin psikolojik durumunu ve toplumsal yapıyı irdeliyor. Gündelik ayrıntıların ötesine geçerek yaşamın kırılganlığını ve insan ruhunun derinliklerini apaçık sunuyor.

Her şeye rağmen güneş parlıyordu. Her şeye rağmen insan yasadıklarının üstesinden geliyordu. Her şeye rağmen hayat, günü güne eklemenin bir yolunu buluyordu.

Londra cemiyetinin önemli isimlerinden Clarissa Dalloway, o akşam evinde vereceği parti için hazırlık yaparken zihninde dalgalanan anıları, geçmişe dair pişmanlıkları ve arzularıyla yüzleşiyor. Bu sırada Londra’nın çok da uzak olmayan bir başka kösesinde, eski bir asker olan Septimus Warren Smith, Birinci Dünya Savaşı’nın bıraktığı izleri silmeye, kafasının içindeki şeytanlarla mücadele etmeye çalışıyor. Dünyanın bir ucundan, Hindistan’dan yeni dönen Peter Walsh ise Clarissa Dalloway’e duyduğu eski hisleri yeniden keşfederken kendi güvensizlikleriyle hesaplaşıyor.

“Belki de Woolf’un başyapıtı… Zarif ve mükemmel bir şekilde yapılandırılmış… Çoğu yazar gibi, eserlerini oluştururken yüzey ile derinlik arasında bir seçim yapması gereken Woolf yüzeyi seçiyor ve ardından olabildiğince derine inmeye çalışıyor.”

E.M. Forste

Devamını Okuyun
Reklam

En Çok Okunanlar