Bizimle iletişim kur

Köşe Yazıları

2022 Yılının En İyi Filmleri

Yayınlandı

on

Radio Mood App

Pandemi sonrası 2022 yılı sinema için bereketli bir yıl oldu. Birbirinden güzel filmler özellikle de yılın son aylarında ardı ardına gösterime girdi. Daha pek çok iyi film de önümüzdeki haftalarda ya da ocak ayının ilk haftalarında hem ülkemizde hem de dünyada vizyona girecek.

Bu sene o kadar çok film izledim ki listeyi oluştururken hangi filmleri seçeceğim konusunda baya zorlandım. O yüzden, 20 filmlik geniş bir liste yapmaya karar verdim. Fakat bu listede benim beğenmediğim; ancak genel olarak beğenilen bazı filmlere yer vermedim. Örneğin Park Chan-wook imzalı “Decision to Leave” ve bu senenin en çok konuşulan işlerinden biri olan “Everything Everywhere All at Once” filmleri listede yer almadı. Her iki filmin de iyi filmler olduğu zaten hem seyircilerden hem de eleştirmenlerden aldıkları geri dönüşlerden az çok anlaşılıyor. Fakat ben her iki filmin de gereğinden çok abartıldığını düşünen taraftayım.

Öyle ya da böyle bir yılın daha sonuna geldik. Umarım her yıl bu şekilde sinema açısından verimli ve sevimli geçer.

20) Prey (yön. Dan Trachtenberg) 7/10

Reklam

Aksiyon türünde artık bir klasik kabul edilen Predator (1987) filminin ardından pek çok devam filmi izledik( gerçi “Prey” bir sequel değil, öncesini anlatan bir prequel). “predator” filminden sonra izlediklerim arasında benim en beğendiğim ise Danny Glover’ın başrolünde yer aldığı Predator 2 (1990) filmi. Diğer filmleri beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Hele ki “Alien”larla çekilen iki filmden bahsetmek bile istemiyorum. Bu anlamda, “Predator” cephesinde artık yeni bir şey yok derken Trachtenberg imdadımıza yetişti ve eli yüzü düzgün bir “Predator” filmi çekmeyi başardı.

19) Triangle of Sadness (yön. Ruben Östlund) 7/10

Ruben Östlund’un son üç filminde neredeyse aynı kuralları uygulayıp jüriden yine aynı sonuçları alması nereden bakarsanız bakın büyük bir şans gerçekten. Bu filmiyle Cannes Film Festivalinde büyük ödüle uzanması ise gerçekten şaşırtıcı. Filmi bu kadar yerdikten sonra neden en iyiler listesine aldın o zaman diyeceksiniz. Filmi listeye aldım; çünkü ” Triangle of Sadness “, özellikle ikinci bölümündeki komedisiyle oldukça kaliteli bir film. Ancak büyük ödülü alacak kadar iyi mi orası kesinlikle tartışmalı.

18) Sr. (yön. Chris Smith) 7,5/10

Robert Downey Jr.’nin babası Robert Downey Sr.’nin zamanında birbirinden ilginç filmlere imza atan bir sinema sevdalısı olduğunu biliyor muydunuz? Hatta çektiği filmlerin birinde annesiyle evlenen genç bir adamı anlatmış. Bu filminden sonra annesi ile arası bir süreliğine bozulmuş. Ancak Jr.’nin yalnızca sinema sevdasını değil babasından bazı kötü huylarını da devraldığını bu hüzünlü ve eğlenceli belgesel filmde öğrenmiş oluyoruz.

Reklam

17) Apollo 10 1/2 A Space Age Childhood (yön. Richard Linklater) 7,5/10

Zamanımızın en renkli ve yetenekli yönetmenlerinden biri olan Richard Linklater, bu filmiyle 60’lar Amerika’sına muhteşem göndermelerde bulunuyor. Ay’a gerçekleştirilecek olan yolculuğu arka planına alan film, NASA’nın etrafında muhteşem bir çocuk olma hikayesi de anlatıyor. Linklater’ın vazgeçilmez oyuncularından biri olan Jack Black’in de sesiyle renk kattığı film, tam bir “boomer” filmi. Fakat o dönemi merak edenlerin de bu filmden fazlasıyla zevk alacağına eminim.

16) RRR (yön. S. S. Rajamouli) 7,5/10

Normalde Hindistan yapımı filmlerin imdb puanlarına pek güven olmuyor. Çektikleri pek çok film aldıkları puan değerlendirildiğinde neredeyse başyapıt düzeyinde. Ancak çektikleri her filmin bu denli iyi olması elbette ki mümkün değil. Bu yıl izlediğimiz ” RRR ” ise kesinlikle aldığı puanı sonuna kadar hak eden epik bir film. Konu itibarıyla oldukça klişe olan ” RRR “, aksiyon sahneleri ve sinematografisiyle gerçek anlamda göz dolduruyor.

15) Thirteen Lives (yön. Ron Howard) 7,5/10

Reklam

2018 yazına damgasını vuran haber Tayland’dan gelmişti. 12 çocuğun yanlarında koçlarıyla birlikte aniden bastıran yağmur sonucu girdikleri bir mağarada mahsur kaldığı haberi tüm dünyada gündemi bir anda işgal etmişti. O zamanlar askerde olduğum için detaylara pek hakim değildim ve nasıl olur da böylesi bir zamanda bu çocuklara günlerdir ulaşılamıyor pek anlam verememiştim. Detaylarını sonradan öğrenmiş olsam da kurtarma operasyonunun nasıl gerçekleştiğini tam anlamıyla öğrenmek bu filme nasipmiş. Ron Howard, bir belgeselci havasında doksanlarda küçükken izlemekten hoşlandığım türden müthiş bir kahramanlık hikayesi anlatmış.

14) Bullet Train (yön. David Leitch) 7,5/10

Brad Pitt, yaşlandıkça oyunculuğuna değer katan aktörlerden biri. Son zamanlarda yer aldığı her bir filme (başrolde olsun ya da olmasın) farklı tiplemeleriyle müthiş katkıda bulunuyor. “Bullet Train” filminin başarısında onun payı çok fazla. Filmin düşmek bilmeyen temposu, başta Brad Pitt olmak üzere filmde kısa da olsa yer alan her bir oyuncunun komediden kaçınmayan güçlü performanslarına çok şey borçlu. “Bullet Train” kesinlikle bu senenin en iyi aksiyon komedi filmi.

13) Hustle (yön. Jeremiah Zagar) 7,5/10

Bu tarz filmleri özlemişiz. Olabildiğince klişe ama işin içinde basketbol ve Adam Sandler da olunca bu filmi beğenmemek mümkün değil. Zaten Adam Sandler istediği zaman sahip olduğu enerjisiyle yer aldığı filmi bir üst seviyeye çıkarabilen bir oyuncu. Sahip olduğu yeteneğini yıllarca kalitesiz komedilerle harcamış olması ise çok üzücü. Filmde gerçek basketbol efsanelerine yer verilmesi de filmin bir diğer artısı olmuş. Özellikle Boban Marjanovic üzerinden yapılan espriler tek kelimeyle harikaydı.

Reklam

12) Avatar the Way of Water (yön. James Cameron) 7,5/10

Bu yılın en çok beklenen filmini tam 13 sene sonra izleyebildik. Çok şükür ki korkulan olmadı ve James Cameron yine harikulade bir filmle karşımıza çıktı. Fakat ben ikinci filmin, bir miktar ilk filmin gerisinde kaldığını düşünüyorum. İkinci filmde de yine muhteşem bir görsellik (özellikle tulkun’ların avlandığı sahne) önümüze sunulmuş; ancak filmin villian (kötü karakter) seçimi bence yanlış olmuş ve filmi tekrara düşürmüş. Kendine has motivasyonları olan yeni bir baş kötü karakter filme eklenebilir ve bu basit hamle ile film bambaşka bir yere ulaşabilirdi.

11) The Batman (yön. Matt Reeves) 7,5/10

Robert Pattinson’dan Batman olmaz dediler, oldu. Christopher Nolan’ın batman üçlemesinin ardından iyi bir Batman filmi çekilemez dediler, Matt Reeves bu önyargıyı da yıktı. Elbette ki bu yıl izlediğimiz “the batman” filmi, the Dark Knight (2008) gibi bir filmle kıyaslanamaz ancak kara filmleri (film-noir) andıran karanlık atmosferi ve polisiye hikayelerden esinlenen kurgusu ile bu yılın en iyi filmlerinden bir olabildi. Hatta bu haliyle devam filmlerinin nasıl olacağı konusunda da izleyicilerde büyük bir merak ve heyecan uyandırmayı başardı.

10) The Northman (yön. Robert Eggers) 8/10

Reklam

Robert Eggers, the Witch (2015) ve the Lighthouse (2019) gibi kalburüstü iki filmin ardından bu sefer 10. yüzyıldan bir Viking hikayesi anlatıyor. Film, Hamlet (zaten baş karakteri ismi de Amleth) benzeri bir intikam hikayesi gibi başlayıp sonlara doğru Oidipus Kompleksine göz kırpıyor. Özellikle, intikam için yollara düşen Prens Amleth’in annesi ile karşılaştığı sahnede Robert Eggers, bildiğimiz tüm klişeleri tek bir sahnede silip atmaya çalışıyor. Gerçi film klişelere bağlı kalsa bile tek başına sinematografisi ile bu yılın en iyilerinden biri olmayı hak ediyor.

9) Tar (yön. Todd Field) 8/10

Todd Field uzun bir aranın ardından üçüncü filmiyle tekrar yönetmenlik koltuğuna oturdu. Bu filmle birlikte çektiği üç film arasında benim için hala en iyisi In the Bedroom (2001) filmi olsa da “Tar” filminin de uzun süresi ve düşük temposuna rağmen oldukça gösterişli bir film olduğunu söylemek zorundayım. Özellikle Cate Blanchett’in olağanüstü performansıyla filmi tek kişilik bir şova dönüştürdüğünü de söylemem gerek. Bu performansın ardından Blanchett’in üçüncü Oscar’ına da uzanması hiç şaşırtıcı olmaz.

8) Licorice Pizza (yön. Paul Thomas Anderson) 8/10

“Licorice Pizza”nın imdb sayfasında 2021 yılı yazması sizi yanıltmasın. Film, 2021 yılının son haftasında Amerika ve İngiltere başta olmak üzere birkaç ülkede vizyona girmiş olmasına rağmen ülkemizde ve diğer pek çok ülkede 2022 yılının ilk haftalarında vizyona girmişti. Bu yüzden filmin bu yılki listelerde yer almasında bence bir sakınca yok. 1970’lerin Amerika’sına hoş ve eğlenceli bir yolculuğa çıkan “Licorice Pizza”, aşka olan naif bakış açısıyla bu yılın en güzel “kendini iyi hisset” filmlerinden biri olmayı başardı.

Reklam

7) The Fabelmans (yön. Steven Spielberg) 8/10

Ne çekerse çeksin onu harika bir noktaya taşıyabilen bir yönetmen varsa o da Steven Spielberg’tür. Kendisi müzikal de çekse izletebilir sıkıcı olabileceğini düşündüğünüz kendi hayat hikayesini de beyaz perdeye aktarsa yine hayranlık uyandırabilir. Uzun zamandır aklında olduğunu bildiğimiz ama ailesini incitmemek adına çekmeyi ertelediği otobiyografik unsurlar içeren “the Fabelmans” filmini bu sene nihayet izleyebildik. Başlarda sıkıcı olabileceğini düşündüğüm ama ufak bir dokunuşla heyecan verici bir noktaya taşınan film, sonundaki John Ford (David Lynch tarafından canlandırılmıştır) sahnesiyle de muhteşem bir final yapıyor.

6) The Banshees of Inisherin (yön. Martin Mcdonagh) 8/10

Yazar kimliği ile bilinen Martin Mcdonagh’ın sinemaya girişi muhteşem bir filmle olmuştu. In Bruges (2008) filmiyle harika bir kara komediye imza atan Mcdonagh, ardından çektiği Seven Psychopaths (2012) filmiyle bir miktar hayal kırıklığı yaratsa da Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017) ile modern zaman şaheserlerinden birine imza atacaktı. Bu filmin ardından çekeceği filmini de büyük bir merakla bekliyorduk. Colin Farrell ve Brendan Gleeson ikilisinin tekrar bir araya geldiği bu yeni filmde Mcdonagh, İrlanda İç Savaşı’nı da arka planına alıp hatta bazı metaforlarla da doğrudan iç savaşa göndermelerde bulunarak yine harika bir kara komediye imza atmış. Yazarlığının da verdiği yetenekle orijinal karakterler yaratmak konusunda eline su dökülmeyen Mcdonagh, bu filminde de Colin Farrell’ın ustalıkla canlandırdığı Pádraic isminde harikulade bir film karakteri yaratmayı başarmış.

5) Im Westen Nichts Neues (yön. Edward Berger) 8/10

Reklam

Erich Maria Remarque’ın 1929 tarihli ve edebiyat dünyasında bir başyapıt olarak kabul edilen aynı adlı romanından uyarlanan “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” filmi, sanırım ilk defa almanlar tarafından sinemaya aktarıldı. Daha önce ilki 1930 ikincisi de 1979 olmak üzere iki defa Amerikalılar (ikincisinde İngilizlerin de desteği var) tarafından sinemaya ve televizyona uyarlanan bu roman, bence oldukça geç kalınmış bir şekilde nihayet almanlar tarafından da sinemaya uyarlandı. Ancak çok ilginçtir ki en azından dramatik anlamda bu film 1930 yılında çekilen klasiğin yanına yaklaşamamış. Sanırım o filme tamamen benzememek için farklı bir yol izlemek istemişler ve kitapta da yer alan pek çok muhteşem sahne bu filmde kendine yer bulamamış. Yine de ” Im Westen Nichts Neues “, savaşın korkunçluğunu ve anlamsızlığını Paul ismindeki bir gencin gözlerinden duygusal bir dille anlatmayı başarıyor.

4) Guillermo Del Toro’s Pinocchio (yön. Guillermo Del Toro ve Mark Gustafson) 8/10

Guillermo Del Toro’yu az çok tanıyanlar onun tam bir sinema aşığı olduğunu bilirler. Onun röportajlarını izlediğinizde sinemadan bahsederken ki heyecanı gerçekten görülmeye değerdir. Pinokyo’yu tekrardan beyaz perdeye aktaracağını duyduğumda muhteşem bir film izleyeceğimi biliyordum. the Devil’s Backbone (2001) gibi eski filmlerinden esinlenerek yarattığı bu yeni Pinokyo, hem hüzünlü hem de eğlenceli olmayı başarıyor. Bir kalbi olmamasına rağmen Pinokyo’nun o boşlukta taşıdığı ve beslediği duygular, etrafındaki herkese yetecek kadar derin ve değerli.

3) Kurak Günler (yön. Emin Alper) 8,5/10

Listede bir Türk filminin de yer almasını çok istiyordum. Neyse ki bu sene oldukça iyi bir Türk filmi izleyebildik. Nuri Bilge Ceylan tarzından uzak (özellikle genç Türk yönetmenler ne yazık ki bu tarza son zamanlarda çok takılı kaldılar) kendine ait harika filmler üretebilen usta bir senarist ve yönetmen olan Emin Alper, kurak günler filmiyle bizi Anadolu’nun obruk misali açılıp kapanmayan yaralarını görmeye davet ediyor. Yankılar kasabasına atanan genç savcı emre, kendisini içinden çıkılması zor bir siyasi çekişmenin ve zorbalığın içinde bulacaktır. Keşke bu tarz daha çok Türk filmi izleyebilsek. Halbuki bu topraklarda o kadar çok anlatılmayı bekleyen hikaye var ki.

Reklam

2) Aftersun (yön. Charlotte Wells) 8,5/10

Her sene olduğu gibi bu sene de pek çok festival filmi (art house) izleme imkanı bulduk. İçlerinden, ünlü İranlı yönetmen Cafer Penahi’nin oğlu Panah Panahi’nin ilk uzun metraj filmi olan Hit the Road ve Audrey Diwan’ın 1960’lar Fransa’sında genç bir kadının kürtaj yasağı yüzünden başına gelenlerin anlatıldığı Happening filmleri bence övüldükleri kadar başarılı değillerdi. Ancak Charlotte Wells’ın ilk uzun metraj işi olan “Aftersun” filmi, baba-kız hikayesi üzerinden belki de oldukça kişisel bir konuyu estetik ve hüzünlü bir dille anlatarak bu yılın en iyi filmlerinden bir olmayı başarıyor.

1) Top Gun Maverick (yön. Joseph Kosinski) 8,5/10

Aksiyon sineması uzun zamandır büyük bir dar boğaza girmiş durumda. 80’li ve 90’lı yıllarda özellikle de uzak doğu sinemasının da katkıları ile altın yıllarını yaşayan aksiyon sineması, günümüzde artık birbirinin aynısı konuların arasında sıkışmış bir halde. Ancak bir isim var ki aksiyon sinemasını neredeyse tek başına sırtlamayı başarıyor. Bu isim hepinizin bildiği üzere Tom Cruise’dan başkası değil. Aksiyon sahnelerinde dublör kullanmaması, her filminde aksiyon sınırlarını daha da zorlayışı ve bitmek bilmeyen enerjisi ile Tom Cruise eski zamanlardan kalma tam bir film yıldızı. “Top Gun Maverick” filmi de “artık böyle filmler yapmıyorlar” diyebileceğimiz türden muhteşem bir aksiyon fırtınası. Sinema salonlarında izlemekten gurur duyacağınız türden ve sinemanın o eski şaşalı günlerini hatırlatan harika bir film.

Reklam

Köşe Yazıları

The Creator Yorumları | Yaratıcı Film Yorumu

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

Star Wars Rogue One filmini yönetmiş olan Gareth Edwards’dan yepyeni bir bilimkurgu filmi Yaratıcı’yı izledik. Disney Studios Türkiye bize güzel bir sürpriz daha yaptı ve film sonunda Londraya bağlanıp yönetmen Gareth Edwards ile canlı soru cevap etkinliğine katılmamızı sağladı. Bu güzel etkinlik gecesi için Disney Studios Türkiye ve İletişim Deposuna çok teşekkürler.

Film son dönem içerisinde hayatımıza chat GPT ve Robot Sophia ile girmiş olan ve etkisi artan yapay zeka konusuna farklı bir bakış açısı getiren hikayeye sahip. 2060 yılında yapay zekayla insanların bir arada yaşadığı bir dünyada aralarında oluşan düşmanlık sonrası bir yok etme mücadelesine dönüşen olayları ve bu olayların merkezinde ise John David Washington’ın canlandırdığı Joshua karakteri ile yapay zeka çocuk Alfie’yi bizlere izletiyor.  

Yaratıcı Spoilersız Film İnceleme

Bu fotoğrafı tam karşımdan (cepheden) çekmelerine rağmen yapay zeka profil fotoğrafı haline getirdi.

Daha önce eğer E.T.,  I Robot ve Surrogates (Suretler) gibi filmleri izlediyseniz küçük benzerlikler yakalayacağınız ve olan biteni yadırgamadan çabuk adapte olabileceğiniz bir dünya tasviri var.  2060 yılında geçen bu hikayede Amerika’nın yine kendisine bir düşman bellediğini, yapay zekalara kendinize acırken bulduğunuz ve bu acımasız savaş içersinde keşiş robotların bile yok edildiğini göreceksiniz. Hatta öyle ki tespih çeken ve çocuklara dini konularda bazı anlatımlarda bulunan bir robotun da yer aldığı sıra dışı bir bilim kurgu filminden bahsediyoruz.

Josh karakterinin bazı dramatik olaylar karşısında bana biraz fazla gelen duyarsızlığı filmin handikaplı noktalarından birisiydi.

Fotoğraftaki ulaşım aracı aslında gördüğünüz gibi suya temas etmemesine rağmen neden yelkenli görevi görüyor bunu da anlayamadım. Film de yer almayabilirdi diyeceğim ama izleyince göreceksiniz ki kritik bir işlevi de var. O yüzden onu da söyleyemiyorum 🙂 Bakalım izleyince siz ne düşenceksiniz? gerekli miydi değil miydi?

Josh ile Alfie’nin kaçışları sırasında aralarındaki kader bağının aslında tahmin edilebilir bir sürpriz noktaya gitmesi de dikkat çekiyor ama bu tahmin edilen sürprizi aynı zamanda filmin senaryosunu da yazmış olan yönetmen makul bir fikirle bağlamış. 

Filmin önemli karakterlerinden Maya’yı Gemma Chan canlandırıyor. Maya neredeyse film boyunca sadece Flashbacklerle karşımıza çıkıyor.

Zaman içerisinde Star Wars, Star Trek gibi bir seriye dönüşüp az da olsa marka olma ihtimali var. i seriye dönüşmesi konusunda sorumu iletmem rağmen sunucu yönetmene bir türlü sormadı 😉 o yüzden böyle bir planı var mı öğrenemedik. Ama şunu söylemeliyim ki film ucu açık şekilde sonraki film olacakmış gibi bitmiyor. Ama buna rağmen ikinici bir film farklı bir tarih baz alınarak (2060’dan sonrası) çekilebilir.

Bilim kurgu severler için iyi seçenek + film olarak da iyi bir film olan Yaratıcı The Creator hafta sonu sinemalarda sizleri bekliyor izleyeceklere şimdiden iyi seyirler

Reklam

Tolga Yiğit

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Kuru Otlar Üstüne Film Yorumları | Kimler İzlemeli

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

Nuri Bilge Ceylan’ın ödüllü yeni filmi Kuru Otlar Üstüne’yi vizyondan dört gün önce izledim. Film 3 saat 17 dakikalık uzun süresi ile “acaba izlerken sıkılırım ve bu uzun süre bir handikap yaratır mı?” diye tereddütle girdiğim bir filmdi. Ancak benim açımdan film sıkılmadan izlediğim ve yine kendi içinde merakımı diri tutan bir akışa sahip şekilde baştan sona ilerleyerek tereddütlerimi boşa çıkardı.

Dilerseniz Kuru Otlar Üstüne Film Yorumunu Podcast Olarak Dinleyin

Not: Ben ve diğer katılımcılar filmi vizyondaki gibi 15 dakika ara verilerek değil 3 saat 17 dakika boyunca hiç ara verilmeden izliyoruz. Bu detayı göz önünde bulundurarak yazıyı okumanız faydalı olacaktır.

Cannes Film Festivalinde ülkemize Merve Dizdar’ın performansıyla ilk kez oyuncu kategorisinde büyük ödülü kazandıran film olması da önemliydi.

Şimdi gelin isterseniz filmin artılarını ve eksilerlerine bakalım 

Reklam

Kuru Otlar Üstüne Filmi Neden İzlenir ?

Nuri Bilge Ceylan yine önemli bir işe imza atmış tabii ki oyuncuları ile birlikte özel bir performans ortaya koymuşlar tek plan sahnelerde oyuncuların karşılıklı diyalogları ve o diyaloglarla birlikte konuşmanın akışına göre değişen ruh hallerini uzun dakikalar boyunca kesintisiz olarak izliyoruz. Bunlar tam bir sinema şöleni yaşatan sahneler ve uzun süresine rağmen film kendisini izletmeyi başarıyor.

Kurgusu hızlı ve diyalogların bol olduğu bir Nuri Bilge Ceylan filmi.

Başroldeki Deniz Celiloğlu‘nun tutarsız, biraz boş ve manipülatif tavırları olan Samet öğretmen karakterindeki performansı da bence ödülü hak edecek düzeyde özel bir performans olmuş. Özellikle Cannes Film Festivalinden elinin boş dönmesini rakiplerinin çok güçlü olmasına mı yoksa Samet öğretmenin lokal bir karakter olup bu yüzünden jürinin oradaki performansı tam olarak anlayamamış olmasına mı bağlamak gerekir bilemedim. İzlediğinizde göreceksiniz ki tipik yurdum insanı diyeceğiniz hatta kimi zaman sizi sinir eden işler yapan Samet Öğretmen performansı bir ödülü hak ediyordu. Keza Musab Ekici’nin Kenan Öğretmeni de alkışı hak ediyor.

Gelelim Kuru Otlar Üstüne Filmi’nin Handikaplarına

Film 3 saat 17 dakika gibi uzun bir süreye sahip bu süredeki bir filmi sıkılmadan izleyebiliyorsanız burada yönetmenin, senaristin, oyuncuların ve kurgunun büyük başarısı var demektir. Bunlardan birisi ortalamaının altında kalırsa film de bazı sahnelerde zor izlenir. Bu uzunlukta filmleri herkese izletebilmek de kolay değildir. Filmi aşağı yukarı ikiye ayırcak olursak ilk 1,5 saatlik bölümünde ödüllü oyuncu Merve Dizdar’ı neredeyse hiç görememem benim için şaşırtıcı oldu hatta bu ilk bölümde işlenen hikaye Merve Dizdar’ın tümüyle dahil olduğu ikinci bölümdeki hikayeler ile farklı şeyler anlatıyor olması da “acaba Kuru Otlar Üstüne iki ayrı film olabilir miydi?” diye düşündürdü.

Filmin kreşendosu Merve Dizdar’ın bulunduğu ikinci bölümdeki iki farklı sahnedeki  konuşmaları. Bu konuşmalardan özellikle ikincisi çok çok vurucu ve etkileyiciydi.

Reklam

Filmde öğretmenleri ve öğrencileri izlediğimiz için o alandan bir örnek vermek gerekirse son dönemde eğitimde ders süreleri ve öğrencilerin bu süre içersinde öğretmenlerin anlattıklarına odaklanamamalarını siz de sıklıkla duymuşsunuzdur. Ders süreleri bence uzun değil 🙂 ama uzun sürelerden yola çıkacak olursak Merve Dizdar’ın yani Nuray öğretmenin filmin en vurucu sahnesine geldiğimizde izleyici olarak kafamız çok yorulmuş ve o dakikaya kadar çok şey izlemiş hatta ilk 1,5 saatte bambaşka konular izlemiş olarak gelmemiz bir handikaptı. Yani ilk bölümde öğretmen öğrenci ilişkileri Samet’in tavırlarını izlerken ikinci bölümde bambaşka konulara geçmemiz ama hikayenin o kısmına gelene kadar neredeyse iki saat on beş dakika geçmiş olması dikkate değerdi.

Kreşendo’ya seyirciyi bu kadar zihni yorgun dikkati dağılmış şekilde getirmek gerekli miydi kararı siz izleyicilere bırakıyorum.

Filmde görsel olarak büyük emek var handikap olan nokta ise yine kış ortamında kârlar altında çekilmesi ve bunun da o coğrafyada hiç de renkli bir görüntü vermemesi. Zaten arada Samet öğretmenin çektiği fotoğraf karelerini gördüğünüz zaman o karelerin netliği ile filmin netliği arasında da bir fark olduğunu göreceksiniz fotoğraf karelerinin çok daha net olması da dikkat çekici bir ayrıntıydı.

İyi Oyuncu Merve Dizdar

Merve Dizdar’ın rakiplerinin Cannes film film festivalindeki performansları ne düzeydeydi bunu bilemiyorum ancak ticari bir projedir onu değerlendirme dışı bırakalım der misiniz bilmem ama TRT’de yayınlanan “Masumlar Apartmanı”ndaki oyunculuk performansı ile zaten kendisinin ne kadar üst düzey bir oyuncu olduğunu gördüğümüz bir isimden bahsediyorum. Hele ki geçtiğimiz günlerde final bölümü yayınlanan Magarsus dizisinindeki sadece o bölümdeki iki sahnedeki performansı da bence etkileyiciydi. Bu filmde ise ödül diyaloglarına mı verildi yoksa oyunculuğuna mı onun da kararını yine size bırakıyorum.

Kuru Otlar Üstüne Filmi İçin Son Söz

Önemli politik ve toplumsal mesajları da olan hatta Samet öğretmenle Nuray Öğretmen‘in evde karşılıklı masa başındaki konuşmaları resmen karşılıklı bir atışma şeklinde kelimelerin havada uçuştuğu sahnesi ile de yıllarca akılda kalacak olan ve bu tarz sahneleri, etkileyici oyunculukları ile etkileyici diyalogları olan bu filmi kaçırmayın. Sinema sanatının incelikli sahnelerini ders niteliğinde göreceğiniz film hafta sonu sizleri sinema salonlarında bekliyor. İzleyecek olanları şimdiden iyi seyirler diliyorum.

Reklam

Tolga Yiğit

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Venedik’te Cinayet Film Yorumu | Kimler İzlemeli?

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

Ünlü polisiye roman yazarı Agatha Christie’nin yine ünlü dedektifi Hercule Poirot’nun sinemadaki yeni macerası Venedik’te Cinayet vizyona girdi peki filmi kimler izlemeli? 

Kenneth Branagh’dan Göz Alıcı Görsellik

Daha önce dört kere gezme fırsatı bulduğum Venedik’i bu kez 1947 yılındaki versiyonuyla görmek de güzeldi. Gerçi film yeni çekildiği için sadece Venedik sokaklarında gezen yerel halkın kıyafetleri kırklı yıllara uygun olarak değiştirince kalan hiçbir şeye dokunmasanız da geçmişin havasını verebiliyorsunuz. Çünkü Venedik sokaklarında, binalarında o günden bugüne çok da büyük değişimler yok gibi.

Gelelim filmin uyarlandığı “Hallowe’en Party” Türkçe ismiyle Elmayı Yılan Isırdı romanına.  Bir Agatha Christie hayranı olsam da tüm romanlarını okuma fırsatım olmamıştı filmin uyarlandığı “Hallowe’en Party” romanı da okumadığım eserlerinden birisi ve Posbıyıklı dedektifimiz Hercule Poirot’u bu kez emeklilik döneminde görüyoruz. Kitapta olmayan ama filmin hikayesi içinde bu kez doğaüstü güçler ruhlar ve ruh çağırma seansı gibi olayları da görüyoruz. Ahiret hayatına ruhlara ve medyumluğa vb inanmayan aslında gerçeğin dışında hiçbir şeye inanmayan ve her olayın ardında muhakkak bir gerekçe arayan ünlü dedektifimiz bu kez sonuca biraz zorlanarak da olsa Türkiye üzerinden gitmeyi başarıyor. Neden Türkiye dedim çünkü Venedik’te Cinayet filminde Türkiye’den bir unsuru hikayeye eklemiş ve gerçekten de çok zekice  ve tam yerinde kullanılmış.

Oscar ödüllü Michelle Yeoh’u görmek güzeldi. Ayrıca Belfast filmini de yönetmiş olan Kenneth Branagh’ın o filmde de çalıştığı Jamie Dornan ile iyi oyunculuk performansı sergilediğini gördüğümüz çocuk oyuncu Jude Hill de filmin dikkat çeken artıları.

Venedik’te Cinayet Filmi İzlenir mi?

Okulların açılması ile birlikte yeni sinema sezonunun da açıldığını söyleyebiliriz. Bu hafta sonu için özellikle Agatha Christie hayranıysanız, polisiye filmleri seviyorsanız ve nostalji tadı yakalamak için Venedik’te Cinayet hafta sonunun en iyi seçimi olarak karşımıza çıkıyor.

Bunun yanı sıra Hercule Poirot’un pos bıyıklarını görmek ve Venedik sokaklarında beyazperdede de olsa gezebilmek gerçekten keyifli olacaktır. Yönetmen Kenneth Branagh filmin kapanış jeneriğinde Venedik’i yukarıdan bize çekerek güzel bir veda ediyor. Venedik’i gökyüzünden izlemek de ayrı bir keyifmiş filmi polisiye ve Agatha Christie severler kaçırmasınlar şimdiden iyi seyirler 

Tolga Yiğit

Reklam

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Türkiye’de En Çok İzlenen 10 Dizi ve 10 Film (04 – 10 Eylül) | Dijital Platform Top 10

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

(04 – 10 Eylül) haftasında Türkiye’de Dijital Platformlarda En Çok İzlenen filmler ve dizilerin listesini aşağıdaki grafiklerde bulabilirsiniz.

Geçtiğimiz hafta ülkemizde en çok hangi dizi ve filmler izlendi? Dehşetin Yüzü 2 sinemalarda vizyona girerken serinin ilk filmi dijital platformlarda izlendi mi? Ve listeye girebildi mi?

Bakalım sizin izlediğiniz diziler ilk 10’a girebilmiş mi?

 www.justwatch.com’un verilerine göre işte en çok izlenen diziler ve filmler : 

Reklam

Türkiye’de En Çok izlenen 10 Dizi Hangisi (04 – 10 Eylül)

Zaman Çarkı 2. sezonuyla birlikte Prime Videoyu listenin zirvesine çıkardı. Ahsoka ikinci sıraya düşerken 3. sırada Netflix’in manga uyarlaması One Piece yer aldı. Ve bu durum Manga’nın anime dizisi içinde olumlu etki yaparak Crunchyroll’da animelerin izlenmesini sağlayarak listeye 4. sıradan giriş yaptı.

Türkiye’de En Çok izlenen 10 Film Hangisi (04 – 10 Eylül)

Devamını Okuyun

En Çok Okunanlar