2022 Yılının En İyi Korku Filmlerinden Biri: Barbarian Yorum Yazısı
Zach Cregger tarafından yönetilen ve kaleme alınan Barbarian, yönetmenin üçüncü uzun metraj filmi. Diğer iki filminden biri çöp (trash) niteliğindeyken; diğeri ise, neredeyse hiç bilinmeyen bir film. Ancak, bu filmle hatırı sayılır bir hayran kitlesine kavuşacağı kesin.
4 milyon dolarlık mütevazı bütçesiyle tüm dünyada yaklaşık 40 milyon dolar hasılat yapmayı başardı bile. Şuna emin olabiliriz ki bu filmin ilerleyen zamanlarda devam filmleri de çekilecek. Zaten film muazzam bir potansiyele sahip. Yapımcıların filmin konusunu sonuna kadar sömüreceğine eminim.
Peki, film gerçekten de bu yılın en iyi korku filmi mi? Buna evet demek için henüz çok erken. Ancak “Barbarian” filmi için bu yılın en iyi korku filmlerinden biri diyebiliriz. Gelecek birkaç korku filmine göre listelerde ilk sırada yer alması sürpriz olmaz ama. Ancak, şunu söylemeliyim ki; filmin muhteşem bir ilk yarısı var. Bu yüzden film hakkında ne kadar az şey bilirseniz filmden daha çok zevk alacağınızı söyleyebilirim. Bu anlamda filmin fragmanını da ayrıca alkışlamak lazım. Filmle ilgili en ufak bir “spoiler” vermeden merakı üst seviyede tutmayı başarmışlar.
Film, hayalet kasaba olarak da bilinen Amerika’nın meşhur terk edilmiş (tamamen değil elbette) şehri Detroit’te geçiyor. Tess, iş görüşmesi için Detroit’e gitmiş ve kalacak yeri internetten bir firmadan ayarlamıştır. Terk edilmiş bir mahallenin ortasındaki bir evde tek başına kalmayı hayal ederken evde Keith isminde genç bir adamla karşılaşır. Şirket ikisine de “yanlışlıkla” aynı evi kiralamıştır. Gece yarısı kalacak bir yer bulamayacağını düşünerek ve Keith’in de ısrarına yenik düşerek Tess evde Keith ile kalmaya karar verir. Ancak, bir kadın olarak hiç tanımadığı bu adama acaba o kadar kolay güvenmeli midir?
-spoiler-
Film, Keith’e güvenip güvenmeyeceğimizi merak ettirirken bizi bir anda evin bodrum katındaki gizli mahzen sürprizi ile şoka uğratır. Tuvalet kâğıdı almak için indiği bodrum katında kapının üstüne kapanması sonucu kısılı kalan Tess, kötü bir şekilde gizlenmiş bir kapıya denk gelir ve bir korku filminde kesinlikle yapılmaması gereken bir şeyi yapar ve kapıyı açar. Karanlık bir mahzene açılan kapının ardında karşılaştığı ürkünç bir oda ve duvardaki kanlı el izi onu korkutur ve hızla mahzenden çıkmasına yol açar. Şans eseri Keith’in de eve gelmesi sonucu Tess bodrum katından kurtulur ve akıllıca bir kararla evden ayrılmak için hemen eşyalarını toparlar. Ancak Keith, Tess’in panik halinde karar aldığını düşünerek bir de kendisinin mahzeni görmesini ve ardından evden birlikte ayrılacaklarını söyler. Ancak Keith gittiği yerden geri dönemez ve çıplak ve oldukça güçlü korkunç bir kadın tarafından feci şekilde öldürülür. Ve film, gerilim dolu muhteşem ilk yarısının ardından ikinci yarıya geçiş yapar.
Bu sefer AJ karakteri ile tanışırız. Kendisi bir aktördür ve rol alacağı yeni dizisinde rol arkadaşı bir kadına tecavüz etmekle suçlandığından hayatı kararmak üzeredir. Kendisi, “kadın başta itiraz etmesine rağmen sonradan kendi isteğiyle benle birlikte oldu” diye iddia etse de işin mahkemeye gidebileceği ihtimali ile sahip olduğu evleri satmaya kalkışır. Çünkü mahkeme masrafları için baya paraya ihtiyacı olacaktır. Ancak ne kötü tesadüftür ki satmak için kalmaya geldiği kendi evi, Detroit’teki şirket tarafından Keith ve Tess’e kiralanan evin ta kendisidir. Eve girince evde hala birilerinin kaldığını düşünür; çünkü etraf Keith ve Tess’den kalan eşyalarla doludur. Şirketi arayıp kiracıların hala evde olup olmadığı sorsa da yetkili kişi onunla pek ilgilenmez. Fakat bodrum kattan gelen sesler sonrası o da kendi evinin bodrum katındaki mahzeni keşfedecektir. Fakat AJ gördükleri karşısında o an kaçıp yardım istemesi gerekirken tuhaf bir uyanıklıkla bu mahzenin evin metre karesine ekstra bir alan katıp katmayacağını merak eder. Çünkü böylelikle evi daha pahalıya satabilecektir.
Eline metresini alıp büyük bir aptallıkla mahzenin boyutunu anlamaya çalışır ve karşısına çıkan her yeni kapının ardından da sevinmeden edemez. Ancak onu kötü bir sürpriz beklemektedir. Göğüsleri sarkmış korkunç annemiz (Matthew Patrick Davis isimli erkek bir oyuncu tarafından canlandırılmıştır) AJ’yi de korkutup Tess’in de içinde bulunduğu bir çukura düşmesine yol açar. Bu aşamadan sonra film, olanlara yine kısa bir ara verip bizleri bu sefer evin ilk sahibiyle tanıştırır ve bu sayede evde ne olup bittiğini de anlamış oluruz.
1980’lere gider ve evin ilk sahibi Frank ile tanışırız. Frank, tesisatçı numarası ile gözüne kestirdiği kadınların evine girip sonra da banyo pencerelerini açıp bırakıp evden çıkar. Muhtemelen sonradan bu pencerelerden girip bu kadınları kaçırıp kendi yapımı olduğunu düşündüğümüz derin mahzende bu kadınlara işkence edip tecavüz etmektedir. Bunları videoya aldığını da filmin ilerleyen sahnelerinde zaten öğreniriz.
Günümüze tekrar döndüğümüzde Frank’in artık yaşlanmış ve mahzende kendi odasında ölümü beklerken buluruz. Filmde gördüğümüz kadın muhtemelen onun çocuklarından biridir ve bu odadan (daha doğrusu babasından) korktuğu da çok açıktır. Tess’e yardım etmeye çalışan evsiz adamın da dediği gibi bu yaratık görünümlü kadın ensest bir ilişkinin ürünüdür. Adam, yıllar boyunca hem kaçırdığı kadınlara hem de onlardan doğan kendi çocuklarına sürekli tecavüz etmiştir. Hem sosyal hayattan izole karanlık dehlizlerde büyümeleri hem de ensest bir ilişkinin sonucu dünyaya gelmeleri onları o gördüğümüz korkunç kadın benzeri yaratıklara dönüştürmüştür. Onlar diye bahsediyorum; çünkü o mahzende başkaları da vardı. Yine evsiz adamın dediği gibi o kadın içlerinde en az korkulması gereken kişiydi. Muhtemelen devam filmlerinde insan eti yiyen daha vahşi “yaratıklarla” da karşılaşabiliriz. O kadın, eline geçenleri sadece kendi bebeği gibi beslemek isterken diğerlerinin neler yapabileceğini henüz bilmiyoruz. Ancak o kanlı kafesler ve mahzenden gelen başka inlemeler hiç de hayra alamet değildi.
Peki, Frank neden intihar etti? Bunun net bir cevabı yok. Belki AJ “buraya polisler gelecek” dedikten sonra Frank yaptığı onca pisliğin ortaya çıkacak olmasından endişelenip zaten bir yatağa bağlı olarak yaşadığı rezil hayatına bir son vermek istemiş olabilir. Belki devam filmlerinde bunun altında yatan sebebi tam olarak öğrenebiliriz.
Yalnız bu aralar 80’ler Amerikan korku sinemasına bir dönüş görüyorum. Geçenlerde izlediğim “Terrifier 2” filmi de tam bir 80’ler Amerikan korku sinemasın saygı duruşu niteliğindeydi. Ancak o film, “Barbarian” filmi kadar iyi değildi. “Barbarian” filmi de, “slasher” türünde filmlerden fırlamış kötü karakteri (bir türlü ölmemesi ve çok güçlü oluşu) ve sonlara doğru kopan kol ve patlayan kafa sahneleri ile 80’lere hem eğlenceli hem de oldukça korkutucu bir dille selamını yollamış.
“Barbarian”, bir korku başyapıtı değil. Ancak bu yıl izlediğim en iyi korku filmlerinden biri. Özellikle de filmin ilk yarısını ne kadar övsem yetersiz kalır. İlginç bir şekilde filmin en zayıf noktası da tam olarak burası. Normalde bir korku filmi, tansiyonu ara ara artırıp son patlamayı final sahnelerine saklar. Ancak bu film zirve noktasına ortalarında ulaşıyor ve sonuna doğru çok fazla güç kaybediyor. Filmin ortalarındaki o karanlık koridor sahnelerini ve gerilim dolu anları bir düşünün sonra da filmin sonunda o yaratığın zavallı evsiz adamın kolunu koparıp kopmuş kolla adamı öldürdüğü sahneyi bir karşılaştırın. Evet, film gayet eğlenceli bir korku filmiydi; ama sonlara doğru artık film iyice işi geyiğe vurdu ve bence sonu yüzünden bir tık güç kaybetti.
Bu arada son sahnede AJ’nin Tess’i aşağı ittikten sonra “özür dilerim bir anda oldu, elimden kayıp düştün” şeklinde kıvırmalarından anlıyoruz ki AJ gerçekten rol arkadaşına tecavüz etmiş. Bu belirsizliği de o sahneyle çözmüş olduk. Ancak en büyük belirsizlik çözüme kavuşmuş değil. Acaba şirket, evin gizli alt katında neler yaşandığının farkında mı? Şirketin umursamaz tavırları ve aynı eve birkaç kişiyi yollaması bu işin içinde onların da parmağının olduğunu az çok gösteriyor aslında. Fakat bu sorunun net bir cevabını devam filmlerinde öğrenecekmişiz gibi duruyor.
-spoiler-
“Barbarian”, korku türüne damga vuracak bir film değil; ama 80’ler korku sinemasına saygı duruşları ve özellikle de muazzam denebilecek ilk yarısı sayesinde bu yılın en iyi korku filmlerinden biri olmayı başarıyor. Ayrıca bize birkaç devam filmini izleyeceğimiz bir korku evreni hediye ettiği için de şimdiden yönetmen ve senarist Zach Cregger’e teşekkürü bir borç biliriz.
Son yıllarda dijital platformlarda birbirinden farklı ve dikkat çekici yapımlar izleyicilerle buluşuyor. Bu yapımlardan biri olan Gassal dizisi, hem konusu hem de atmosferiyle izleyicileri derinden etkilemeyi başardı. Peki, Gassal dizisi nasıl bir yapım? Bu dizi izlenmeye değer mi? Gelin, detaylı bir inceleme yapalım.
Gassal Dizisinin Konusu
Gassal, gizem ve gerilim ögelerini birleştiren, farklı bir anlatıma sahip bir yapım olarak dikkat çekiyor. Hikaye, ölüleri yıkayan ve bu nedenle toplum tarafından gizemli bir figür olarak görülen bir gassal üzerine odaklanıyor. Ana karakter, mesleği nedeniyle şüphe ve önyargılarla karşı karşıya kalırken, bir anda kendisini çözülmesi gereken esrarengiz olayların içinde buluyor. Dizi boyunca hem bireysel bir dram hem de toplumsal dinamikler derinlemesine irdeleniyor.
Oyunculuk Performansları
Dizinin başrol oyuncusu Ahmet Kural, performansıyla izleyicileri çok etkiliyor. Onun özellikle duygu yüklü sahnelerdeki etkileyici performansı, dizinin en büyük artılarından biri. Yardımcı oyuncu kadrosu da dikkat çekiyor; yan hikayelerdeki karakterlerin doğru bir şekilde işlenmesi, dizinin dramatik yapısını güçlendiriyor.
Yönetmenlik ve Sinematografi
Gassal dizisinin güzelliklerinden biri, karanlık ve atmosferik sahneleri. Görüntü yönetmenliği, hikayenin gerilim dolu tonunu izleyiciye aktarmada büyük bir rol oynuyor. Yönetmen, her sahnede detaylara önem vererek hikayeyi zenginleştiriyor. Mekan seçimleri ve sahne tasarımları, hikayenin kasvetli ve gizemli havasını tamamlayan unsurlar arasında.
Hikaye ve Tempo
Dizinin hikayesi ilk bölümlerden itibaren izleyiciyi kendine çekiyor. Ancak, bazı sahnelerdeki yavaş tempo, sabırsız izleyiciler için bir sorun olabilir. Buna rağmen, sabırla takip edenler için her bölümün sonunda ortaya çıkan sürprizler ve ipuçları, hikayeyi merak uyandırıcı hale getiriyor.
Temalar ve Mesajlar
Gassal dizisi, sadece bir gerilim hikayesi anlatmakla kalmıyor; aynı zamanda ölüm, toplumda dışlanma ve önyargı gibi derin temaları da ele alıyor. Toplumun, anlamadığı ya da kabul etmek istemediği meslek ve insanların nasıl izole edildiğini gözler önüne seriyor. Bu yönüyle dizi, izleyicilere düşünme fırsatı da sunuyor.
Gassal Dizisi İzlenmeli Mi?
Eğer gerilim dolu, derin temalara sahip ve düşünmeye sevk eden yapımları seviyorsanız, Gassal dizisi sizin için doğru bir tercih olabilir. Ancak, daha hızlı ilerleyen hikayeleri tercih edenler için dizi zaman zaman yavaş tempolu gelebilir.
Sonuç olarak Gassal dizisi, farklı bir anlatım arayan ve kaliteli yapımlara zaman ayırmayı seven izleyiciler için önerilebilecek bir yapım. Atmosferi, oyunculukları ve verdiği mesajlarla unutulmaz bir deneyim sunabilir.
Dünya çapında büyük bir fenomen haline gelen Squid Game, ikinci sezonuyla yeniden gündemde. Dizinin yeni sezonu, ilk sezonun ardından beklentileri zirveye taşıdı ve yayınlanır yayınlanmaz hayranlardan yoğun ilgi gördü.
İlk yorumlara bakılırsa, yeni sezon hem hikaye örgüsü hem de karakterlerin derinliği açısından oldukça tatmin edici. Yönetmen Hwang Dong-hyuk’un özgün vizyonu, bu sezon da izleyicilere sürprizlerle dolu bir deneyim sunuyor. Oyunların tasarımı, gerilim dozunu artırırken, toplumsal mesajlar yine ustalıkla işlenmiş.
Oyuncu kadrosu da dikkat çeken bir diğer unsur. Hem eski karakterlerin dönüşü hem de yeni yüzlerin performansı, izleyicilerden tam not almış gibi görünüyor. Ayrıca, bu sezonun dramatik anlarla dolu olduğu ve izleyiciyi derinden etkileyen sahneler içerdiği ifade ediliyor.
Sonuç olarak, Squid Game 2. Sezon, şimdiden konuşulmaya ve tartışılmaya başladı. Spoiler vermemek adına detaylara giremiyoruz, ancak bu sezonun da unutulmazlar arasında yer alacağına dair işaretler oldukça güçlü. Dizinin hayranları için heyecan verici bir yolculuk vaat ediyor!
“High Potential,” 2024 yılında ABC kanalında izleyiciyle buluşan ve kısa sürede dikkatleri üzerine çeken bir polisiye drama dizisidir. Fransız yapımı “Haut Potentiel Intellectuel” (HPI) dizisinden uyarlanan bu yapım, zekâ ve mizahı başarılı bir şekilde harmanlayarak izleyicilere sunmaktadır.
Konu ve Karakterler
Dizinin merkezinde, üç çocuk annesi ve olağanüstü bir zekâya sahip olan Morgan (Kaitlin Olson) bulunmaktadır. Los Angeles Polis Departmanı’nda (LAPD) temizlikçi olarak çalışırken, çözülemeyen bir suçun kanıtlarını yeniden düzenleyerek davanın çözülmesine yardımcı olur. Bu yeteneği fark edilince, deneyimli dedektif Karadec (Daniel Sunjata) ile birlikte çalışması için danışman olarak görevlendirilir ve birlikte sıra dışı bir ekip oluştururlar.
Morgan’ın üstün zekâsı, gelişmiş bilişsel yetenekleri ve fotoğrafik hafızası, suçların çözümünde büyük rol oynar. Ancak, kişisel hayatında üç çocuğuyla denge kurma çabası ve polis teşkilatındaki yeni rolü arasında gidip gelirken, izleyicilere derinlikli bir karakter portresi sunar.
Neden İzlenmeli?
Kaitlin Olson, Morgan karakterine hayat vererek hem dramatik hem de komik unsurları ustalıkla birleştiriyor. Olson’ın performansı, dizinin en güçlü yönlerinden biri olarak öne çıkıyor.
Her bölümde farklı bir suç vakası ele alınırken, Morgan ve Karadec’in dinamikleri ve aralarındaki ilişki, izleyiciyi ekran başında tutuyor. Dizinin temposu ve olay örgüsü, klasik polisiye formülüne yeni bir soluk getiriyor.
“High Potential,” mizahi unsurları ve duygusal derinliği başarılı bir şekilde harmanlayarak, izleyicilere hem eğlenceli hem de düşündürücü bir deneyim sunuyor.
Deniz Akdeniz, Javicia Leslie ve Judy Reyes gibi oyuncuların canlandırdığı yan karakterler, dizinin zenginliğini artırarak hikâyeye derinlik katıyor.
Sonuç
“High Potential,” zekâ dolu senaryosu, güçlü oyunculukları ve sürükleyici hikâyesiyle polisiye drama severlerin kaçırmaması gereken bir yapım. Klasik suç çözme formülüne getirdiği yenilikçi bakış açısı ve karakterlerin derinlikli işlenişi, diziyi izlemeye değer kılıyor.
Gladyatör 2 filmini Filmin Adı Ne Kanka ev sahipliğinde World Cinezone sinema salonlarında vizyondan üç gün önce izledik.
World Cinezone’un Kokteyli ve Ev Sahipliği Üst Düzeydi. World Cinezone ve Filmin Adı Ne Kanka’ya Teşekkürler
Harika bir akşamdı World Cinezone sinemaları usta bir şefin hazırladığı özel bir menüyü kokteyl sırasında bize sundu ve çok keyifli bir başlangıç yaptık.
World Cinezone‘da Lazer IMAX teknolojisi ile Mutlaka Tanışın
Ve sonrasında Gladyatör 2 filmini teknolojinin geldiği son nokta olan Lazer IMAX teknolojisi ile izledik. Görüntü kalitesi ve ses harikaydı.Film öncesinde bize özel yirmi dakikalık bir sunum izlettiler ve mevcut IMAX teknolojisi ile şu anki bu 4K Lazer IMAX teknolojisi arasındaki görüntü kalite farkını da çok net şekilde görmüş olduk.
Gladyatör 2 Ne Anlatıyor?
Filme gelecek olursak 2,5 saatlik uzun süresine rağmen aslında film çok ilginç şekilde yönetmenin anlatmak istediklerine göre çok hızlandırılmış gibi kaldı. Örneğin beş veya altı kez hikayenin farklı dönüm noktalarında filmdeki çeşitli karakterler veya halk karşı karşıya kaldıkları durumu çok çabuk kabullenip hikayenin bir sonraki evresine geçmemizi sağladılar. Neden bu kadar çabuk kabullendiklerine anlam veremedim. Siz de izlediğinizde muhtemelen bana hak vereceksiniz özellikle Hanno ile Lucilla arasındaki iki konuşma arasında neredeyse bir günlük fark var ama ikinci karşılaşmalarında Hanno’yu bir anda her şeyi kabullenmiş olarak izliyoruz.
Gladyatör ve Gladyatör 2 Karşılaştırması
Bunun yanı sıra tabii ki ilk filmin efsane mertebesinde olması bu filmin işini çok zorlaştırıyordu ki öyle de oldu film kaliteli görsellere, iyi aksiyon sahnelerine detaylı sahne çekimlerine sahip iyi bir aksiyon filmi olarak karşımıza çıkıyor, ilk film gibi efsane mertebesine erişemiyor. Ve ilk filmden benzerlikler (aslında onun sebebi Maximus’un yaptıklarının karakterimizin hafızasında olması) var. Hikayenin benzerliklerini bir kenara bırakırsak film müziklerinde de birebir aynı şarkıların kullanılması ilginç olmuş.
Gladyatör 2’den Aklımda Kalanlar
Film içerisinde en çok dikkatimi çeken karakterler ise ikiz imparatorları oynayan oyuncuların çizdikleri tuhaf, sarkastik, dengesiz karakterlerdi. Filmden aklımda en çok kalan nedir diye sorsanız onları söylerim. Bunun yanı sıra Denzel Washington’ın canlandırdığı karakterin yaptıkları beni hayal kırıklığına uğratırken başrol oyuncusu Paul Mescal ise bazı sahnelerde o sahnenin duygusunu çok iyi verirken bazı sahnelerde ise tutuk kalmış gibiydi. Buna anlam veremedim. E tabii ki Russell Crowe’un ilk filmdeki performansı da akıllarımıza öyle bir kazınmıştı ki gerçekten onun üstüne çıkmak için oskarlık performans gerekiyordu.
Gladyatör 2 İçin Son Söz
Gladyatör’ün bu hafta sonu izlenecek en iyi film olduğunu da hatırlatmalıyım. Özellikle Lazer IMAX‘te ya da en kötü ihtimalle IMAX salonda izlerseniz büyük keyif alırsınız.
Yorum yazabilmek için giriş yapın Giriş