Bizimle iletişim kur

Köşe Yazıları

2022 Yılının En İyi Televizyon Dizileri

Yayınlandı

on

Dizi izlemek, film izlemek kadar kolay olmuyor. Bir sezonun en az sekiz bölümden oluştuğunu düşününce ve izlenen dizilerin komedi türünde olmadığını hesaba katınca tek bir sezon için 8-10 saat ayırmak gerekebiliyor. Bu yüzden listemi oluştururken bazı dizileri izleyemediğim için değerlendirme dışı bıraktım. Ancak o dizilere en azından ismen burada değinmek istiyorum. “Heartstopper”, “This is Going to Hurt” ve “the English” gibi dizilerin baya bir övüldüğünü duymama rağmen bu dizileri henüz izleyemediğim için bu dizilere listede yer veremedim.

Bu arada, listeyi oluştururken bu sene başlamış dizileri listeye aldığımı belirtmek isterim. Yani, hâlihazırda devam eden bir dizinin ilerleyen sezonları bu sene yayınlanmış olsa bile bu listede değerlendirilmedi. Örneğin “Better Call Saul” dizisinin son sezonunu bu listede değerlendirmeyeceğim.

Bu yılın en büyük hayal kırıklığı ise “the Lord of the Rings: the Rings of Power” dizisiydi. Bu dizi için konuşulabilecek her şey konuşulduğu için dizi hakkında yorum yapmayacağım. Bu senenin şaşırtıcı derede en iyi işlerinden biri ise kesinlikle “Severance” oldu. Bu dizi için ne desem az kalır. İzlemediyseniz bir an önce başlayın diyebilirim sadece.

10) Guillermo Del Toro’s Cabinet of Curiosities 7,5/10

Antoloji türünde yeteri kadar korku filmi olsa da bu türde yapılan dizi sayısı ne yazık ki çok az. Bu anlamda akılda kalıcı olabilecek en son dizi 2005 yılında yayımlanan “Masters of Horror” idi. korku türünde filmler çekmiş pek çok ünlü yönetmeni bir araya getirmeyi başaran bu projenin ardından uzun yıllar böylesi bir işe denk gelmedik. Ta ki korku türüne olan hayranlığını hiçbir zaman saklamayan Guillermo Del Toro, böyle bir projeye imza atacağını söyleyene dek. Del Toro da sekiz filmlik seçkisine hatırı sayılır yönetmenleri almayı başarmış. Ortaya çıkan iş ise bir “Masters of Horror” kadar iyi değil; fakat “the Autopsy” gibi bölümleriyle üst düzey korku filmleri ortaya koymayı başarıyor.

9) Black Bird 8/10

James Keene, uyuşturucu ve yasal olmayan silahlar bulundurmaktan normalde birkaç yıl hapis yatmayı beklerken 10 yıl ceza alacağını öğrenir. Ancak FBI ona reddedemeyeceği bir teklifle gelir. Larry Hall ismindeki bir adam, yaklaşık 15 kız çocuğunun ölümünden sorumlu tutulmakta ancak delil yetersizliğinden bir türlü hapse atılamamaktadır. En son işlediği cinayetin ardından kısa süreliğine girdiği hapishaneden delil yetersizliği sebebiyle çıkmadan önce James Keene’nin Larry ile arkadaş olması ve ondan öldürdüğü kişileri nereye gömdüğünü öğrenmesi gerekmektedir. Eğer bunu başarabilirse cezası affedilecek ve özgürlüğüne kavuşabilecektir. Fakat James’in transfer edildiği hapishane, birbirinden psikopat tiplerin yer aldığı kimsenin birkaç gün bile durmak istemeyeceği iğrenç bir yerdir. “Black Bird”, gerçek olaylardan esinlenmiş güzel bir dizi. Fakat bir başyapıt olma imkânını da elinin tersiyle itmiş ne yazık ki. Böylesi bir konu daha yetkin isimlerle muazzam bir işe dönüşebilirmiş.

8) Andor 8/10

Star Wars evreninin son yıllardaki en iyi işlerinden biri olan “Rogue One: a Star Wars Story” (2016) filminin yaklaşık beş yıl öncesini anlatan “Andor”, “Obi-wan Kenobi” faciasının ardından ilaç gibi geldi. Aslında “Andor”, alışık olduğumuz türden bir Star Wars heyecanı sunmuyor. “jedi”lar, ışın kılıçları ya da “Skywalker”lar bu dizide pek rast gelebileceğiniz ögeler değil. “Andor”, ilk bölümleriyle birlikte yüksek tempo ile başlayan bir dizi değil; fakat dizinin altıncı bölümünden itibaren bu anlamda da seyircisini tatmin ettiğini söyleyebilirim. Özellikle 10. bölümdeki (One Way Out) hapishane sahneleri ile dizi, bambaşka bir noktaya erişiyor.

7) House of the Dragon 8,5/10

Bu dizinin “Game of Thrones” ile kıyaslanmasını doğru bulmuyorum; çünkü uzun bir süre herhangi bir dizinin ” Game of Thrones ” gibi bir etki yaratabileceğini düşünmüyorum. Felaket denebilecek son sezonuna rağmen ” Game of Thrones ” hala en iyi diziler arasında anılmaya devam ediyor ve edecek de. “House of the Dragon” ise çok büyük bir dezavantaja sahip. İlk sezonunda neredeyse 20 yıllık bir zaman dilimini anlatmaya çalışmak, kabul edelim ki her dizi için çok zor bir süreçtir. Fakat bu uzun zaman atlamalarından kaynaklanabilecek sıkıntıları, “House of the Dragon” bence en az zararla bertaraf etmeyi başarıyor. Tabi bunda HBO’nun çok büyük bir payı var. Bu dizi başka bir kanalda olsa çoktan çöp olmuştu. Bu arada Paddy Considine’nin 8. bölümdeki olağanüstü performansını da anmadan geçmeyeyim. Sen ne muhteşem bir oyuncusun!

6) Prehistoric Planet 8,5/10

İngiliz-Amerikan ortaklığında çekilen ve yaşayan efsane David Attenborough’nun anlatımıyla Apple tv’de gösterilen 5 bölümlük bu belgesel dizisi, kesinlikle bu senenin en değerli işlerinden biri oldu benim için. Günümüzden yaklaşık 65 milyon yıl önce yok olup giden ve yeryüzüne neredeyse 165 milyon yıl hükmeden dinozorların günlük hayatının bu denli özenli ve zekice kurgulanıp televizyona sunulabileceğini yıllarca düşünsem aklıma gelmezdi. Kesinlikle bu yılın en iyi yapımlarından biri.

5) George Carlin’s American Dream 8,5/10

2022 yılının biyografi türünde en iyi belgesel dizilerinden biri ise George Carlin’in hayatına odaklanan “George Carlin’s American Dream” dizisi oldu. Bence Lenny Bruce’tan sonra gelmiş geçmiş en iyi komedyenlerden biri olan Carlin’in hayatını merak ediyorsanız bu iki bölümlük seriyi kaçırmayın derim. Sektörde adım adım yükselen, uyuşturucu problemiyle her gün biraz daha tükenen, eşiyle her gün kavga eden; ama bir yandan da onu çok seven, 70’lerin sonunda hakkında “disko gibi Carlin de bitti” denilen; ancak en büyük işlerini ilerleyen yıllara saklayan bu büyük insanın hayat hikayesini ve hayallerini mutlaka izleyin.

4) The Bear 8,5/10

Christopher Storer tarafından yaratılan “the Bear”, bu yılın en az ses getiren en iyi işlerinden biri olmayı başardı. Muhtemelen önümüzdeki yıllarda gösterilecek yeni sezonlar ile birlikte adından daha çok söz ettireceğine eminim. Hareketli kamera kullanımı, oldukça kısa süren bölümleri ve düşmek bilmeyen temposu ile “the Bear” ağızlarda, güzel bir yemek sonrası yenen lezzetli bir tatlının bıraktığı tadı bırakıyor. Özellikle ilk sezonun en iyi bölümü olan ve yanılmıyorsam tek planda (one shot) çekilmiş olan 7. bölüm için bile bu diziye bir şans vermenizi tavsiye ederim.

3) The Rehearsal 8,5/10

“Nathan for You” ile eşine az rastlanır bir komediye imza atan Kanadalı komedyen Nathan Fielder, beş yılın ardından bu sefer başka bir çılgın proje ile çıkageldi. kurgu içinde kurgu, gerçekliğin sürekli kaybolması, kurgu içinde kurgu sonra bir daha kurgu, absürt olmanın sınırlarına yaklaşıp bir anda oradan uzaklaşılması, 4. bölümde olduğu gibi enteresan konuların içinde dolaşılması, Fielder ile özdeşlemiş o durgun bakışlar ve daha pek çok şey… Nathan Fielder, biraz daha ciddileşirse kesinlikle yeni bir Charlie Kaufman olabilir. Bence olmasın ve asla da ciddileşmesin.

2) Pachinko 9/10

Bu senenin beni en çok şaşırtan dizisi ise Güney Kore orijinli, Apple tv’de yayınlanan Pachinko oldu. dizi, Japonların Kore’yi işgal ettiği 1900’lerin ilk çeyreğinden başlayıp 1990’lara kadar uzun bir dönemi büyük bir prodüksiyon ve birbirinden muhteşem oyunculuklarla anlatıyor. Aslında oldukça klişe sayılabilecek konuları bu denli etkileyici ve merak uyandırıcı şekilde anlatabiliyor olması dizinin başarısını ispat ediyor. İkinci sezonu büyük bir merakla bekliyorum.

1) Severance 9/10

2022 yılının en sıra dışı tv dizilerinden biri de yine bir Apple tv yapımı oldu. Dan Erickson tarafından yaratılan ve bölümleri ünlü oyuncu Ben Stiller ile İrlandalı yönetmen Aoife Mcardle tarafından yönetilen Severance, sinematografisiyle kesinlikle diğer dizilerin önüne geçiyor. Bir tv dizisini değil de daha çok bir Avrupa filmini hatırlatan soğuk ve tekinsiz atmosferi, bu diziyi bambaşka bir yerde konumlandırıyor. İlk sezonun da en iyi bölümü olan sezon finalini izlediğinizde ağzınızın açık kalacağına emin olabilirsiniz. O halde listeyi tek bir cümleyle sonlandırayım: “she is alive!”.

Sinema

The Amateur Amatör Filmi Nasıl Bir Film? Amatör Film Yorumları

Yayınlandı

on

Yazan

Bu haftanın yeni filmlerinden birisi olan Amatör – The Amateur bir anlamda işi kodlar ve şifreleri çözmekle ilgili olan bir gizli servis analistinden Jason Bourne yaratma hikayesi olarak karşımıza çıkıyor. Yani baş rol oyuncumuz Rami Malek‘in parlamasını sağlayan Mr Robot dizisindeki Elliot Alderson’ın Jason Bourne ile harmanlanması da diyebiliriz. Ama tam değil de biraz Alderson biraz Bourne.

Özellikle Freddie Mercury‘yi canlandırdığı “Bohemian Rhapsody” filmindeki ve Mr. Robot dizisindeki performansıyla hayran kaldığım Rami Malek bu filmde kimi sahnelerde durgun gözükürken kimi sahnelerde yine etkileyici bir oyunculuk performansı ortaya koyuyor.

Bu arada şu notu da düşmemde fayda var Rami Malek’in duygularını tam yansıtamadığı durgun görünen sahneler belki de yönetmenin özellikle duygularını çok iyi yansıtamayan ve sadece bilgisayar başında kodlama ve şifreleme yapan bir karakteri izletme çabası da olabilir.

Bunun dışında bir başyapıt olmasa da hafta sonu keyifle izlenecek bir aksiyon filmi ile karşı karşıyayız. Jason Bourne derken bilek kuvveti ve keskin nişancılık beklemeli miyiz? Cevabı aşağıda 👇🏻

Jason Bourne Görseydi “Heller”a Kızardı

Önemli bir diğer notu da düşmemde fayda var Jason Bourne demişken onun gibi yakın dövüş konusunda uzman olmayan ve yine onun gibi silah kullanma anlamında da hiç uzman olmadığı gibi çok çok başarısız olan bir baş karakterimiz olduğunu söylemeliyim. Peki bu baş karakterimiz sahaya inip düşmanları nasıl alt ediyor diyecek olursanız işte orada 170 IQluk zekasının devreye girdiği bir senaryoyla karşı karşıyayız. Yani vurduğunu tek yumrukla indiren bir profesyonel yerine tam anlamıyla sahada amatör olan bir ajanı izliyoruz.

Yönetmen Filmi Çok Kesmiş

Filmde yer alan ve önemli isim diyeceğimiz ya da en azından başka filmlerden de tanıdık yüz olarak hatırladığımız bazı oyuncuların rolünün her nedense biraz az ve hikayenin akışına etki etmeyecek düzeyde zayıf kaldığını göreceksiniz. Sanırım yönetmen her endense çok fazla sahneyi çekmesine rağmen kurgu aşamasında çöpe atıp filmi 2 saatlik mevcut süresine kısaltmış. Aynı zamanda filmin dikkat çeken bir diğer ayrıntısı da neredeyse Amerika’da değil de tamamen Avrupa’daki bir çok şehirde çekilmiş olması ve tabii ki en önemlisi bu şehirlerden birinin de İstanbul olması ve ayrılan sürenin de tahminimden fazla olduğunu belirtmeliyim.

The Amateur Filminin Oyuncu Kadrosunda Kimler Var?

Bu yaz yeni versiyon Superman filminde Lois Lane olarak izleyeceğimiz Rachel Brosnahan filmin baş rolünde karşımıza çıkarken Director O’Brien rolünde son dönemin dikkat çeken çalışması Paradise dizisinden hatırlayacağınız Julianne Nicholson, Daredevil Born Again’den Jon Bernthal ve Henderson rolünde Laurence Fishburne gibi önemli isimler karşımıza çıkıyor.

The Amateur İzlenir mi?

Filmin finalinden hemen önce Rusyadaki Heller (Rami Malek) ve The Bear (Jon Bernthal) arasındaki sahnenin filmde hangi amaca hizmet ettiğini anlamasam da hafta sonu aksiyon filmi izlemek isteyenler için Hollywood’dan gelen yüksek bütçeli bir yapım olarak iyi bir alternatif, hatta senaryo ve kadroya baktığımız zaman seri haline gelme ihtimali de var desem yeridir. Tabii bunu gişede elde edeceği hasılat da belirleyecektir.

İzleyeceklere şimdiden iyi seyirler

Takip Edin 👉🏻 Tolga Yiğit

Devamını Okuyun

Sinema

Armand Film Yorumları | Armand Filmi İzlenir mi?

Yayınlandı

on

Yazan

Armand filmi Cannes Film Festivali’nde Camera d’Or Altın Kamera ödülü almış görüntü yönetimi açısından izlenmeyi hak eden bir yapım olarak vizyona girdi.

Armand filminin süresi yaklaşık 2 saat ve en büyük handikaplarından birisi bu süre içerisinde yönetmenin kimi zaman ne anlattığını anlayamadığımız ve genel film akışını da değiştiren sahnelerinin varlığı.

Armand Filmi Daha Kısa Olsa Baş Yapıt Olurdu

Belki de bu iki saatlik süre 20 dakika kadar kısalsaydı şu anda film için çok çok iyi bir film diyebilecekken film kimi izleyici için sadece iyi olarak kimileri için ise ortalama olarak tanımlayacaktır.

Tabii bu 20 dakikalık süre kısaltımı aslında kurgunun hızlanması ve filmin hikayesinin daha hızlı akması için olmakla birlikte aynı zamanda neden var olduğunu anlamakta güçlük çektiğimiz örneğin başrol oyuncusu Renate Reinsve’nin canlandırdığı Elisabeth karakteri ile okulun hademesinin koridordaki dans sahnesi gibi sahnelerin filmden çıkartılması filme çok büyük yarar sağlayabilirdi.

Elisabeth ve Hademenin Dans Sahnesi

Filmde başarısız olarak adlandırabileceğimiz öğretmenlerden oluşan bir okul yönetimi okuldaki iki çocuk arasında gerçekleşen hayli sinir bozucu bir olay üzerine iki çocuğun ebeveynlerini çağırırlar ve yapılan toplantı sırasında beklenmedik olaylarla okul içerisinde Yaşananları izleriz. Suçlama ve yaşanan olayda hangi çocuk ya da ebeveyni doğruyu söylemektedir? Film boyunca cevabını aradığımız cevap budur.

Bekar anne rolündeki Elisabeth’i canlandıran Renate Reinsve’nin film boyunca özellikle iki üç sahnedeki muhteşem performansı Camera d’Or ödülü alan görüntü yönetimi ile birleşince çok daha dikkat çekici oluyor.

Renate Reinsve’nin fotoğrafta gördüğünüz sahnedeki 5 dakikalık gülme krizi ödüllük başarıya sahipti.

Haftanın izleme listesine alınması gereken filmlerinden birisi olan Armand‘ı izlerken muhakkak filmin gereğinden bir tık yani yaklaşık olarak 15 – 20 dakika uzun olduğunu bilerek izlemeniz belki de hikayeyi ve filmi daha kolay sindirmenizi sağlayacaktır.

İzleyeceklere şimdiden iyi seyirler

Takip Edin 👉🏻 Tolga Yiğit

Armand Filminin Konusu Nedir?

Okulları tatile girmeden hemen önce, 6 yaşındaki Armand ile okuldaki en yakın arkadaşı Jon hakkında çıkan bir suçlama ortalığı karıştırır. Ünlü bir oyuncu, eski can dostlar, ölü bir adam ve iki çocuğun karıştığı bir skandalın dilden dile yayılarak bomba gibi patlamasından endişe eden okul yönetimi, ebeveynleri alelacele toplantıya çağırır. Ancak gerçekte ne olduğunu okul yetkilileri de bilmemektedir. Şüphe ve arzunun, saplantılar ile çocukluğun kırılgan masumiyeti arasında sinsice dolandığı toplantı, kontrolden çıkar. Ebeveynler hakkındaki detaylar ve geçmişin sırları ortaya döküldükçe, olay daha da karmaşık bir hal alır.

2024 Cannes Film Festivali’nde Camera d’Or ödülüne layık görülen ARMAND, festivalin en çok ses getiren filmlerinden biri oldu. Başroldeki The Worst Person in the World’ün yıldızı Renate Reinsve, bu sürükleyici psikolojik dramdaki çok katmanlı performansıyla büyük övgü aldı. Liv Ullmann ve Ingmar Bergman’ın torunu olan Halfdan Ullmann Tøndel, filmin yönetmen koltuğunda oturuyor. ARMAND, 2025 Oscar Ödülleri “En İyi Uluslararası Film” ödülü için Norveç’in Oscar adayı olarak seçildi ve 15 filmlik “kısa liste”de de yer buldu.

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Yeni Yayına Giren Piyasa Dizisi, Kızılcık Şerbeti’ne Rakip Mi Oluyor?

Yayınlandı

on

Yazan

Son dönemin dikkat çeken dizilerinden biri olan “Piyasa,” Kanal D ekranlarında yayın hayatına başladı. Dizi, özellikle toplumsal sınıf farklarını, zenginlik ve statü mücadelesini konu almasıyla izleyicilerin ilgisini çekti. Bu yönüyle Show TV’nin sevilen yapımı “Kızılcık Şerbeti” ile benzerlik taşıdığı konuşuluyor. Peki, gerçekten de “Piyasa” dizisi, “Kızılcık Şerbeti”nin izinden mi gidiyor?

Öncelikle “Kızılcık Şerbeti,” iki farklı dünya görüşüne sahip ailelerin çocuklarının evliliği üzerinden başlayan bir toplumsal çatışma hikâyesi sunuyor. Muhafazakâr ve seküler yaşam tarzları arasındaki farkları, karakterlerin gelişimiyle derinleştiren dizi, Türkiye’nin güncel sosyal dinamiklerini işleyerek büyük yankı uyandırdı.

“Piyasa” ise, ağırlıklı olarak modern şehir yaşamındaki statü savaşlarına ve lüks hayatın perde arkasındaki entrikalara odaklanıyor. Karakterlerin zenginlik ve güç uğruna verdiği mücadele, sosyal medyanın ve günümüz trendlerinin etkisiyle şekilleniyor. Bu açıdan bakıldığında “Piyasa,” “Kızılcık Şerbeti”nin aileler arası kültürel çatışma temasından ziyade bireysel hırs ve sosyal statü üzerine kurulu bir hikâye sunuyor.

Bununla birlikte, her iki dizi de toplumsal farklılıkları ve sosyal çatışmaları dramatik bir dille ele alıyor. İzleyicinin kendi hayatından izler bulabileceği karakterler ve olay örgüsü, bu yapımların ortak noktalarından biri. Ancak “Kızılcık Şerbeti” daha çok aile ilişkileri ve kültürel farklılıklara odaklanırken, “Piyasa” bireysel başarı, sosyal statü ve rekabet ekseninde ilerliyor.

Sonuç olarak, “Piyasa” ve “Kızılcık Şerbeti” belirli yönleriyle benzerlik taşısa da, işledikleri konular açısından farklı çizgilerde ilerliyor. “Kızılcık Şerbeti” aile içi dinamikleri ve toplumsal değer çatışmalarını merkezine alırken, “Piyasa” modern dünyada bireysel hırsların ve sosyal statünün öne çıktığı bir hikâye sunuyor. Hangisinin izleyiciler üzerinde daha büyük etki yapacağı ise, zaman gösterecek.

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Selena Gomez’in Yeni Şarkısı “Sunset Blvd”ın Önemi Nedir?

Yayınlandı

on

Yazan

Selena Gomez ve nişanlısı Benny Blanco, 14 Mart 2025’te “Sunset Blvd” adlı yeni şarkılarını yayımladılar. Bu parça, 21 Mart’ta çıkacak olan ortak albümleri “I Said I Love You First”ün bir parçası. Şarkı, çiftin Los Angeles’taki Sunset Boulevard’da gerçekleşen ilk buluşmalarını anlatıyor ve bu nedenle özel bir anlam taşıyor.

Gomez, Instagram’da paylaştığı gönderide, “İlk buluşmamız Sunset Blvd’daydı ve bu aynı zamanda birlikte yaptığımız bir sonraki şarkının da adı.” diyerek şarkının önemini vurguladı.

Retro tarzda çekilen müzik videosu, Petra Collins tarafından yönetildi ve çiftin arasındaki güçlü kimyayı yansıtıyor.

Şarkının sözleri, ilk buluşmalarındaki çekimi ve tutkuyu ifade ediyor:

“Sadece ona dokunmak istiyorum, dokunmak / Patlamamak için elinden geleni yap / Ver bana, ver bana, ne kadar seviyorum senin büyük, büyük kalbini.”

“Sunset Blvd”, çiftin aşk hikâyesinin başlangıcını anlatan samimi bir parça olarak dikkat çekiyor.

Videoyu aşağıdaki linke tıklayarak izleyebilirsiniz:

Devamını Okuyun
Reklam

En Çok Okunanlar