Bizimle iletişim kur

Köşe Yazıları

Bir Korku Antolojisi Dizisi: Guillermo del Toro’s Cabinet of Curiosities

Yayınlandı

on

Radio Mood App

Antoloji (seçki) türünde korku dizileri çok fazla rast gelmediğimiz bir şey. Bu türde çok fazla film olmasına rağmen ne yazık ki diziler bir elin parmağını geçmeyecek sayıda. Özellikle korku türüne katkıda bulunmuş yönetmenlerin görece kısa sürelerde neler ortaya koyabileceklerini izlemek aslında çok heyecan verici bir deneyim. Fakat gelin görün ki çok sayıda yönetmeni ortak bir projede bir araya getirmek anladığım kadarıyla kolay olmuyor. Ya böyle bir işin arkasında Guillermo Del Toro gibi dev bir isim olacak ya da Netflix gibi bu işe büyük bütçeler ayırabilecek bir şirket olacak. Bu iki ismin bir araya gelmesi sonucunda uzun bir aradan sonra nihayet bir korku antolojisi dizisi izleyebildik. Yanlış hatırlamıyorsam en son “Masters of Horror” projesiyle böyle bir işe girişilmiş ve ortaya inanılmaz filmler çıkmıştı. Örneğin “John Carpenter’s Cigarette Burns” filmi tek başına bir korku şaheseri olabilmeyi başarmıştı.

Guillermo del Toro’nun sunumuyla izlediğimiz “Cabinet of Curiosities” ise en baştan söylemek gerekirse ne yazık ki “Masters of Horror” dizisinin gerisinde kalmış. Yine de “Masters of Horror”ın iki sezon olduğunu göz önüne alırsak “Cabinet of Curiosities” dizisinin şansı hala devam ediyor. Bu demek değil ki “Cabinet of Curiosities” kötü bir dizi. Birbirinden yetenekli yönetmenlerin çektiği sekiz filmden oluşan dizide haliyle hem çok kötü hem de çok iyi işler mevcut.

Lot 36 (yön. Guillermo Navarro) 6,5/10

Listedeki filmler arasında uzun metraj filmi olmayan tek isim `Guillermo Navarro`. Kendisi hep televizyon projelerinde bölüm yönetmenliği yapmış bir isim. Asıl işi ise görüntü yönetmenliği. Bu anlamda özgeçmişi baya iyi. “Desperado”, “From Dusk Till Dawn”, “the Devil’s Backbone”, “Pan’s Labyrinth” ve “Pacific Rim” gibi pek çok önemli filmde görüntü yönetmenliği yapmış. Del Toro’nun hemen hemen her filminde de bulunmuş. Projede Del Toro’ya ait olan iki kısa hikâyeden biri de bu. Yabancı düşmanı ve bir savaş gazisi olan Nick, açık artırmayla aldığı terk edilmiş bir depodan çıkacak malzemeleri satarak borcunu kapatabilmenin hayalini kurmaktadır. Borcunu kapatamaması halinde başının büyük bir belaya gireceğinin de farkındadır. Bu yüzden depoda bulduğu birkaç eski kitabı ve eşyayı para etmesi umuduyla bir antikacıya götürür. Bulduğu üç kitap tahmin ettiğinden de çok para getirecek gibidir. Ancak dördüncü kitabı da bulup getirmesi halinde bir servet kazanacağını öğrenir. Bu yüzden depoya geri döner ve heyecanla dördüncü kitabı aramaya koyulur. “Lot 36”, hak ettiği yerde olduğunu düşünmediğim usta oyuncu Tim Blake Nelson’ın harika oyunculuğu ve merak uyandırıcı konusuyla ortalamanın bir tık üstünde bence kaliteli bir bölümdü.

Reklam

Graveyard Rats (yön. Vincenzo Natali) 7/10

90’lı yılların unutulmaz gerilim filmlerinden biri olan Cube (1997) filminin yönetmeni tarafından çekilen “Graveyard Rats”, kesinlikle dizinin en eğlenceli bölümüydü. Masson, borçlarını kapatabilmek için mezar hırsızlığı yapmaktadır. Cesetlerin üzerinde para edecek ne var ne yoksa almakta, hatta altın kaplama dişleri varsa onları da söküp çalmaktadır. Ancak Masson’un bir sorunu vardır. Kazdığı mezarlarda cesetleri yiyen fareler ölülerden geriye hiçbir şey bırakmamaktadır. Ve Masson ile fareler arasında amansız bir mücadele baş gösterir. Fare fobiniz varsa bu bölümden uzak durmanızı tavsiye ederim.

The Autopsy (yön. David Prior) 8,5/10

Dizinin en iyi bölümü ise “the Murmuring” ile birlikte buydu. 2020 yılının en iyi korku filmlerinden biri olan “the Empty Man” filmini yöneten David Prior, bu bölümle birlikte tek kurşunluk bir yönetmen olmadığını ve gelecek için de umut vaat ettiğini göstermiş oldu. Amerikalı ünlü yazar Michael Shea’nın kısa öyküsünden uyarlanan “the Autopsy”, hem merak uyandırıcı hikayesi hem de gerilim dolu otopsi sahneleriyle kesinlikle ilk sezonun en iyi bölümü olmayı başardı. Şerif Nate Crave’in görev yaptığı kasaba, birbirinden korkunç cinayetlerle çalkalanmaktadır. Kurbanların her geçen gün arttığı bu kasabada katili yakalamak hiç kolay olmayacaktır.

The Outside (yön. Ana Lily Amirpour) 5,5/10

Reklam

A Girl Walks Home Alone at Night (2014) isimli korku filmiyle muhteşem bir ilk filme (debut) imza atan Ana Lily Amirpour, bu seçkide filmini en çok merak ettiğim yönetmenlerden biriydi. Belki de beklentilerimin de yüksek olması sebebiyle Amirpour’un filminin beni hayal kırıklığına uğrattığını söylemeliyim. Stacey, kendini çalışma arkadaşı kadınlara kıyasla oldukça çirkin bulan evli bir kadındır. Bir gün o süslü püslü kadınlar gibi olabilmek adına, daha sonra kendisinde hem alerjiye hem de psikolojik sorunlara yol açacak olan bir güzellik kremi kullanmaya karar verir. Ancak kremi her sürdüğünde güzelleşmek bir yana daha da çamura batacaktır. “the Outside”, kadınlar hakkındaki ön yargıların ilginç bir şekilde bir kadın yönetmen tarafından hunharca sömürüldüğü bir film. Keşke Amirpour, filmin başlarında gördüğümüz baltayı daha bir yerinde kullanıp şöyle kaliteli bir slasher filmi çekseymiş.

Pickman’s Model (yön. Keith Thomas) 6,5/10

The Vigil (2019) korku filmiyle ortalama denebilecek bir ilk filme imza atan Keith Thomas, dizide H. P. Lovecraft’ın kısa hikayesini filme almış. Aslında Muazzam Bir Potansiyelle Başlayan Film, Anlamsız Ve Belirsiz Bir zaman atlaması sonrası baya bir güç kaybediyor. Sanat öğrencisi Will Thurber, çizdiği birbirinden korkunç resimlerle hem hocalarını hem de öğrencileri rahatsız eden Richard Pickman isimli gizemli bir ressamla arkadaş olur. Açıklayamadığı bir hayranlık da duyduğu bu adamın çizdiği resimlerin canlılığı bir süre sonra Thurber’ı da korkutacak ve kendisini içinden çıkılmaz bir dehşetin ortasında bulmasına yol açacaktır. Filmin cesaret dolu sonunu takdir etmekle birlikte dediğim gibi elindeki potansiyeli bence yeteri kadar iyi kullanamamış bir film var karşımızda.

Dreams in the Witch House (yön. Catherine Hardwicke) 4/10

Twilight (2008) filmiyle tanınan Catherine Hardwicke ne yazık ki dizinin en kötü bölümüne imza atmış. Walter Gilman, ikiz kız kardeşi Epperley’nin ruhunun kayıp ruhlar ormanına çekildiğine küçük yaşta trajik bir şekilde şahit olur. Bu andan itibaren aklında onu kurcalayan tek bir soru olacaktır. Kız kardeşini bir kez daha olsun ölmeden önce görebilecek ya da onunla iletişim kurabilecek midir? Yine H. P. Lovecraft’ın kısa hikayesinden uyarlanan bu bölüm, hem Rupert Grint’in abartılı kötü oyunculuğu hem de karman çorman hikayesi yüzünden rezil bir iş olmayı başarmış! Biraz cadı, biraz hayalet biraz da “exorcism” olsun derken film bulamaç gibi olmuş.

Reklam

The Viewing (yön. Panos Cosmatos) 6,5/10

Mandy (2018) isimli korku filmiyle bir auteur yönetmen olacağının sinyallerini veren Panos Cosmatos, kendisine de yakışır şekilde dizinin en ilginç bölümlerinden birini çekmiş. Kendini toplumdan soyutlamış şekilde hayatına devam eden oldukça zengin Lionel Lassiter, özel bir görüşme için evine müzisyen, fizikçi, yazar ve medyum olmak üzere dört kişiyi (bir kadın üç erkek) davet eder. Bir masa etrafında ot çekmek suretiyle başlayan sohbet, ilerleyen dakikalarda Lassiter’ın misafirlerine meteor olduğunu iddia ettiği bir taş parçasını göstermesiyle birlikte sarpa sarar. Tüm film ekibinin kafaları çok iyiyken çekilmiş gibi duran film, deneysel işleri sevenler için bulunmaz bir nimet. Ancak filmin bu tarz işlere alışık olmayanlar için de bir eziyet olacağı aşikâr.

The Murmuring (yön. Jennifer Kent) 8/10

The Babadook (2014) filmiyle son zamanların en iyi korku filmlerinden birini bizlere armağan eden Jennifer Kent, yine filminin baş rolüne kırılgan bir kadını koymayı ihmal etmemiş. Del Toro’nun kısa bir hikayesinden uyarlanan film, aslında oldukça klişe bir hayalet hikayesi anlatıyor olmasına rağmen bu tarz klasik korku hikayelerini izlemeyi sevdiğim için benim çok hoşuma gitti. Nancy ve Edgar Bradley çifti hayatlarını kuşlara adamış birer bilim insanlarıdır (kuş bilimciler). Yaptıkları çalışmalar akademik çevrede de büyük ses getirmektedir. Bir sonraki çalışmaları için gözlerden uzak bir yerde büyük bir ev kiralarlar. Ancak kaldıkları evin bir önceki sakinleri, özellikle de Nancy’e kuşlar aracılığıyla pek rahat vermeye niyetli değil gibidir. Filmin imdb puanı çok düşük. Bunun sebebini de anlayabiliyorum; çünkü bu tarzda çok fazla film çekildi. Fakat filmin yine de kendisine has bir güzelliğinin olduğunu düşünenlerdenim. Özellikle de kuşların filme dahil edilme şekli anlatımı zenginleştirebilmiş.

Reklam

Köşe Yazıları

Transformers Canavarların Yükselişi Yorumları Transformers: Rise of the Beasts Film İnceleme | Tolga Yigit Yazdı

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

Transformers‘ın sinemadaki serüveni yeni film Transformers Canavarların Yükselişi Transformers: Rise of the Beasts ile devam ediyor.

Filmi vizyona girmeden üç gün önce izledik. İlk filmi çok beğenmiştim ikinci filmde fena değildi ve yine seri içersindeki gençlik filmi havası da taşıyan Bumblebee benim açımdan iyi filmlerdendi. Diğer filmler ise Transformers serisinin düşüşte olduğu yapımlardı.

Transformers Canavarların Yükselişi Spoilersız Yorum

Peki Spoilersız anlatmak gerekirse Transformers Canavarların Yükselişi filmi nasıl bir yapım? Lafı fazla uzatmaya gerek yok ben filmi beğendim. Serinin en iyi filmi olduğunu düşündüğüm birinci filmden daha üstte bir film değil ancak hem onun hikaye mantığına yakın hem de Bumblebee gibi gençlik filmi unsurları da barındırdığı için seri biraz olsun toparlanmış gözüküyor. özellikle yapımcı yönetmen Michael Bay serinin ilk filmlerinden sonra aksiyon konusundaki ustalığını abartmış ve bu abartılar yüzünden filmler seyredilmez hale gelmişti.

Creed 2’yi de yönetmiş olan ve bu serinin yeni yönetmeni olarak karşımıza çıkan Steven Caple Jr. ile birlikte bence Transformers Canavarların Yükselişi tekrar ait olduğu güzergaha geri dönmüş gibi gözüküyor. Bu filmde hikaye Bumblebee filminden 7 yıl sonra 1994’de geçiyor. Yeni Transformerlarla yani Maximallarla karşılaşıyoruz yeni başrol oyuncuları da eklenince aslında bize bambaşka bir hikaye anlatarak bundan sonraki filmler için de özel bir kapı açmış oluyorlar.

Ayrıca filmin sonlarındaki bir sahnede başka bir sinema filmi serisine de pas atılıyor. Bu hoş süprizin gelişini ise final dövüşünün içersinde görüyorsunuz. 2 saat 9 dakikalık süresi olan filmin sonunda bir de After Credit sahnesi var. Kritik önemi sahip olmasa da filmin bütünlüğü açısından bu sahneyi izlemekte fayda var.

Tabi bu arada şunu da söylemek gerekir ki serinin ilk filminde Shia LaBeouf ve Megan Fox’un yer aldığı o ateşli yakınlaşmanın olduğu başrol çifti bu filmde yok. Burada biraz daha Bumblebee‘nin başrol oyuncularının tarzından devam edildiğini söylemeliyim yani alev alev yanan yakışıklı ve güzel başrolleri olmayan ama küçük tatlı elektriklenmelerin de olduğu  bir çiftle karşı karşıyayız.

Reklam

Transformers Canavarların Yükselişi’ni Kimler İzlemeli?

Filmi Transformers hayranlarına ve özellikle de birinci film ile Bumblebee filmini sevenlere tavsiye ediyorum hafta sonu için iyi bir aksiyon filmi olarak karşımıza çıkıyor.

İyi seyirler

Tolga Yigit

Reklam
Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Maske Filmi Yorumları Spoilersız Maske Film İnceleme | Tolga Yigit Yazdı

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim sezonun en iyi filmlerden birisi ile karşı karşıyayız. Yerli yapım “Maske Nezakettir Tebessüm” filmini gala gecesinde oyuncuları ile birlikte izledim.

Maske Filmi Neden İyi

Suç draması Maske filmi ayrıca gizem – gerilim unsurlarını da barındırıyor. Filmin süresi ise bir saat elli dakika. Süresi bir kaç küçük dokunuşla daha kısa olsaydı şahane olurdu. Bu süresi ile de çok büyük bir merakla izleniyor. Gelelim spoilersız olarak Maske filminin neden iyi olduğunu anlatmaya : Travmatik bir çocukluk ve gençlik dönemi yaşayan Barış’ın insanları kandırmak üzerine gerçekleştirdiği olaylar ile travmasını izlediğimiz bir açılış yapıyor. Filmi iki bölüm olarak değerlendirirsek ilk bölümde bu olaylar zincirini zaman zaman kara komedi tarzıyla izlerken gizemli olayı anlamaya ipuçları bulmaya çalışıyoruz.

Maske Filmi Neden İzlenir?

Filmin ikinci yarısı ise tüm izlediğimiz bu olaylar zincirinin uzun bir çözümlemesi şeklinde ilerliyor. Yani aslında ne olduğunu ve neden olduğunu bir çok farklı tarihe yapılan flashbacklerle izliyoruz. Ve ilginçtir her defasında hikayenin içinden yeni hikaye, oyunun içinde yeni oyun, bir karakterin ardından bir başka karakter ortaya çıkıyor. Tıpkı Rusların Matruşka bebekleri gibi.

Maske Filminin Artıları

Filminin önemli artılarından birisi oyunculuklar. Barış karakterinde Kaan Turgut, Modacı Toprak rolünde Mert Turan ve Nergis rolünde Nilay Deniz dikkat çeken sahnelere imza atıyorlar.

Filmin finalinde bahçede konuşan üç karakterin yer aldığı sahne dokunaklıydı. Ayrıca şunu eklemeliyim ki ben yapımcıların ve yönetmenin yerinde olsam Modacı Toprak’a bir spin-of film çekerim. Komedisi ve eleştirileri ile bu karakterin filmi bence tutar. Hatta bu filmde bile “Bütün yapımcılar G..tür” sözünü hafızamıza kazıdı 🙂

Reklam

Kendi namıma uzun zaman sonra Ulvi Alacakaptan sinema filminde görmek güzeldi. Bu arada hoca rolünde anlattıkları da verdiği mesajlar da çok güzeldi.

Filmde bir de after credit sahnesi var kaçırmayın.

Maske Filminin Eksileri Neler?

Başta da yazdığım gibi film iyi bir film. Ancak bir kaç küçük eleştirim de olacak. Bu eleştirileri bilerek filme giderseniz izlemeniz daha rahat olur. Öncelikle filmin ilk 20 dakikası Z kuşağı diye adlandırılan izleyici için biraz uzun sahnelere sahip gibiydi. Çünkü ben bile bir ara sabretmekte zorlandım. Malum gençler YouTube videolarında izledikleri kişinin nefes almasına bile tahammül edemiyor ve o videoların sunucuların nefes boşlukları kurguda atılıyor. Bu yüzden ilk 20 dakika biraz sabır istiyor. Ancak film bir gizem filmi bu yüzden 20 dakikada pes etmeyi bir kenara bırakın son sahneye kadar seyretmezseniz çok şey kaçırırsınız.

Bir diğer küçük eleştirim son sahne ile ilgili. Bence o sahne ile bitmese de hemen öncesinde son bulsa sanki daha iyi olurdu. Gerçi sinemaseverlerin bir bölümü de o sahneyi sevebilir.

Maske Filmi Son Söz

Bilet fiyatları yüksek olduğu için seyircinin artık film seçerek neredeyse ayda bir sinemaya gittiği bir dönemde sezonun en iyi filmlerinden Maske şans verilmeyi ve izlenmeyi fazlasıyla hak ediyor. Şimdiden iyi seyirler

Tolga Yiğit

Reklam

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Aktris Dizisi Yorumları | Aktris Dizi İnceleme Spoilersız

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

Aktris dizisi Pınar Deniz’in merakla beklenen Disney Plus yapımıydı ve artık 8 bölümlük bir sezon ile yayında. İşte Aktris dizisinin spoilersız yorumu aşağıda sizi bekliyor.

Peki spoiler vermeden nasıl anlatılır?

Hemen başlayayım : Türkiye’nin en ünlü yıldızı Yasemin Derin’in gündüz ışıltılı, gece ise karanlık dünyasını izliyoruz. Yani Dexter’ın sinema oyuncusu versiyonu da diyebiliriz. Ve buna biraz Joker’in sevgilisi ve The Suicade Squad’dan hatırlayacağınız Harley Quinn ile biraz da Kore dizilerinin animasyonlu anlatım sosunu ekleyebiliriz.

Ben önce dizinin ilk dört bölümünü bir gün sonra da kalan 4 bölümü izledim. Bu yüzden yazımda diziyi iki devre halinde değerlendirdiğim kısımlar olacak.

Dizide ikili hayat yaşayan “Aktris” Yasemin’in gizemli takipçisi ile olan hikayesine

Reklam

odaklanıyoruz ve takipçinin kimliğini merak ederek dört bölümü deviriyorsunuz. Bu ilk dört bölüm bizi adım adım gizemin içine çekiyor ve sürekli aklımızdaki sorulara cevap arıyoruz. Hikayede olaylar gelişmeye ve çözümlenmeye 5. bölümden itibaren başlıyor. Ve ilginçtir ki ilk dört bölümde aklımıza takılan çok hata görmezken 5,6, ve 7. bölümlerde en az 2’şer olay için “ya acaba bu olay böyle olmasa daha iyi olur muydu?” ya da “…şimdi neden bu şekilde yaptı?” şeklinde sorular sorarken buldum kendimi.

Aktris Dizisinde Göze Batanlar

Yangın sahnesinde özel efektler göze çok batarken, Yasemin ile Ahmet’in birlikte arabada oldukları (4. bölüm) sahnede de Yasemin’in kemeri takılı iken sonra kemersiz olması sonra da yeniden kemerli olması devamlıklık açısından can sıkıcıydı. Ve yine dördüncü bölümdeki nakliye konteynerlerinin olduğu sahnede de silah sesi sonrası kötü adamların sesin olduğu yere gelmemesi ve gelen bir tanesinin de kahramanlarımızdan birisine arkadan ateş etmesine rağmen “karavana” atması “bu sahne olmamış” dedirtiyor.

Ve bunca yıldır CSI izlemiş birisi olarak söylemeliyim ki bu kadar çok kan olan cildinizi yine bu kadar kolay şekilde (ıslak mendille) ve hiç su kullanmadan temizlemeniz çok mümkün değil. 5, 6, ve 7. bölümlerdeki beni rahatsız eden kusurlara rağmen finali merak ettim ve izledim. Ama olsun 🙂

Ancak final biraz daha fazla hayal kırıklığı yarattı. Son bölümlere doğru kim olduğunu öğrendiğimiz gizemli kişinin karizmatik kötü imajı çok hoşuma gitmese de fena durmuyor ve kendisini izletiyordu. Gelgelelim final bölümünün yarısında olmaması ve sahneye çıktığı bölümde de ezik bir imaj çizmesi final bölümünü zayıflatan unsurlardan birisiydi. Reytingleri düşünce alelacele final bölümü çekilen dizilerdeki gibi bitirilmiş hissi verdi.

Aktris 8 Bölümü İle Yayında

Bu arada şunu da söylemeden geçemeyeceğim Disney+ dizinin tüm bölümlerini yayınlamakla çok iyi etmiş. Her hafta yeni bölüm yayınlansaydı dizi için olumsuz sonuçlanabilirdi çünkü ilk iki bölümde hikayeye bir türlü giremiyorsunuz. Bölümler kesinlikle kötü değil sadece hikayenin olgunlaşması üçüncü bölümü buluyor bu yüzden iki bölüm izlemek yeterli olmuyor.

Dizinin ilginç detaylarından birisi de dizilerden ve tiyatro oyunlarından tanıdığımız bir çok önemli ismin dizide kimi zaman bir kaç dakikalık çok ama gerçekten çok kısa sahnelerde konuk oyuncu olarak yer alması. Normalde figüranların yer alması gerken sahnelerde bile tanıdık yüzlere yer verilmesi sıra dışı olmuş.

Reklam

Dizi “özellikle sıra dışı” bir yapım olması için üzerine çalışılmış öğeler içeriyor. Bunlardan en dikkat çekeni de müzikleri. Dizide dikkat çeken şarkılar da var, tıpkı Yasemin’in ruh halinin deli dolu olması gibi eğelenceli ama boş sözleri olanı ile de karşılaşıyorsunuz.

Pınar Deniz Aktris Dizisinde Nasıl Bir Performans Sergiliyor?

İlk başta ısınamasam da sonradan Pınar Deniz’in bu Harley Quinn vari deli dolu karaktere yakıştığını söylemeliyim.

Aktris Dizisi İçin Son Söz

ilk dört bölüm itibariyle gizemini koruyan ve çok fazla klişelere bağlamadan iyi ilerleyen bir yapımla karşı karşıyayız. Kalan dört bölümde hikaye finale sorunlu bağlansa da izlenebilecek bir dizi. Ama bir baş yapıt değil. Finaldeki Thelma ve Louise sahnesine de dikkat.

İyi Seyirler

Tolga Yiğit

Reklam

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Wednesday Addams’ın Hogwarts’ına Hoşgeldiniz! Wednesday Yorumu Tolga Yiğit Yazdı

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

60’larda dizisi 90’larda ise beyazperde de Barry sonnenfeld imzalı filmleriyle Addams Ailesi çok beğenilen sıradışı yapımlardan olmuştu. Özellikle 90’lardaki filmleri çok sevmiştim.

Şimdi ise aynı şeyi Wednesday dizisi için söyleyebilirim. Tim Burton imzalı dizi bir çok açıdan alkışı hak ediyor.

Helena Bonham Carter hatta hadi onu geçelim Johhny Depp’siz herhangi bir yapıma imza atmayan Tim Burton bu kez kendisine yep yeni bir kast bulmuş gözüküyor.

Başroldeki Jenna Ortega asosyal, toplum tarafından dışlanmış, mutsuz ve aykırı genç rolünde harika. Hem bir Addams olarak bembeyaz solgun yüzü ve donuk bakışlarıyla Johnny Depp’i hiç de aratmıyor hem de oyunculuğu ile dört dörtlük bir performans ortaya koymuş. Filmlerde Wednesday’i canlandırmış Christina Ricci’nin de dizi de yer alması ayrı güzel olmuş. Evet filmlerde Wednesday’i canlandıran Christina Ricci dizide koğuş annesi olarak karşımıza çıkıyor. Bir başka süpriz de Gwendoline Christie’nin okul müdürü Larissa olarak karşımıza çıkması. Hem Lady Brienn’i özlemişim hem de başarılı bir Dumbledore pardon okul müdürü görmüş oldum.

Reklam

Dumbledore demişken gelelim başlıktaki Hogwarts göndermesine. Aslında Tim Burton Wednesday aracılığı ile kendi Harry Potter hikayesini yaratmış diyebilirim. Normal çocukların gittiği okulda sorunlar yaşayan bir ergenin kendisi gibi sıradışı özelliklere sahip yaşıtları ile okuyabileceği toplumdan biraz da olsa izole okul olan Newermoe Akademisine gelmesi ve burada beklenmedik arkadaşlıklar edinmesiyle birlikte katil bir canavarın gizemli cinayetlerinin ortasına düşmesini izliyoruz. Ne kadarda Harry Potter değil mi?

Harry Potter serisinde büyücüler karşımzdayken Wednesday dizisinin fantastik dünyasında ise kurt adamlar, vampirler, sirenler ve daha bir çok sıradışı tür ile karşılaşıyoruz. Potter serisi ile bu benzerliklerine rağmen ben diziyi beğendim. Benzerlikler var ama kendine has detaylarıyla diziyi gayet keyifle izledim.

Müzikler de çok dikkat çekici Wednesday’den Rolling Stones şarkısı Paint It Black’in Çello yorumu şahaneydi. Zaten orijinalini de öyledir. Ve Wednesday’in renklere karşı olan alerjisi! yüzünden sürekli siyah giyiniyor ve siyah seviyor olmasıyla şarkı güzel eşleşmiş. Paint It BLACK.

Reklam
Devamını Okuyun

Popüler