Bizimle iletişim kur

Köşe Yazıları

Efsanevi Korku Filmi Yönetmeni “John Carpenter”ın En İyi Korku Filmleri

Yayınlandı

on

Radio Mood App

Halloween ayı olması sebebiyle Ekim ayına özel, bir korku yönetmeni efsanesi olan John Carpenter’ın en iyi korku filmlerini incelemek istedim. Kendisi büyük bir yönetmen olmasının yanında filmleri için yaptığı kendi müzikleriyle de aynı zamanda oldukça yetenekli bir müzisyendir. Yönetmenliği, senaryo yazarlığı ve müzisyenliği ile aslında o, tam anlamıyla büyük bir sanatçıdır.

Carpenter, film kariyerine 1974 yapımı “Dark Star” isminde düşük bütçeli bir bilim kurgu filmiyle başlamıştır. Bilim kurgu filmleriyle dalga geçmek için çektiği bu komedi filmi yıllar içinde bir kült film statüsüne erişecektir. Carpenter’ı hem büyük bir korku yönetmeni hem de tüm dünyaca tanınan bir yönetmen yapan filmi ise üçüncü uzun metrajı olan “Halloween” (1978) olmuştur. Bu efsanevi filminin ardından seksenlerde ve doksanların başında ileride birer klasiğe dönüşecek pek çok korku filmine imza atacaktır. Ancak, Carpenter kariyeri boyunca sadece korku filmleri yönetmemiştir. Onun “Big Trouble in Little China” (1986) gibi komik, “Escape From New York” (1981) gibi de ciddi aksiyon klasikleri de mevcuttur. Tüm bu filmlerin yanında üstadın televizyon için çektiği, Elvis Presley’in hayatını anlattığı ve Elvis’i de Kurt Russell’in canlandırdığı “Elvis” (1979) gibi bir filmi de bulunmaktadır. Yine filmografisinde ilginç duran “Starman” (1984) isimli ve uzaylı temalı oldukça başarılı bir duygusal film de mevcuttur. Carpenter’ın 1994 yılında vizyona giren “in the Mouth of Madness” filminden sonra çektiği filmler ise ne yazık ki vasatı aşamayan kalitede filmlerdir. Kendisi ayrıca başarısız “the Ward” (2010) filminden beridir de film çekmemiştir. Fakat basında kendisinin yeniden kamera arkasına geçeceğine dair haberler de ara sıra yer almaktadır. Umarım onu yeni projeleri ile tekrardan yönetmen koltuğunda görebiliriz.

10) Someone’s Watching Me (1978)

John Carpenter’ın Halloween gibi bir korku başyapıtının hemen ardından, aynı yıl televizyon için çektiği 1978 yapımı korku filmi. Bu tarz büyük yönetmenlerin televizyon maceralarının da dikkate değer olduğunu az çok biliyoruz. Steven Spielberg’ün 1971 yapımı “Duel” isimli televizyon filmi bir gerilim şaheseri olarak sinemaseverler tarafından hala heyecanla izlenen filmlerinden biridir. “Someone’s Watching Me” filmi, korkutma unsuru olarak “takip edilme” histerisini kullanmayı tercih ediyor. Genç bir kadın üzerinden korkuya ortak oluyoruz. Çalan telefonlar, dürbünle izlenen evler, gizlice açılan kapılar… John Carpenter’ın dar mekânları kullanışı ve bu kısıtlı imkânlarla gerilim unsuru yaratmayı becerebilmesi takdire şayan gerçekten. Korkuseverlerin kaçırmaması gereken, düşük bütçeli, seyirlik bir televizyon yapımı korku filmi.

Reklam

9) Big Trouble in Little China (1986)

“Big Trouble in Little China” filmi, yaklaşık 25 milyon dolarlık bütçesine rağmen yaklaşık 12 milyon dolar gişe yaparak kelimenin tam anlamıyla gişede batmıştır. Bu, Carpenter için şaşırtıcı bir şey değildir. Onun filmlerinin çoğu gişedeki başarısızlıklarının ardından yıllar içinde ünlerinin kulaktan kulağa yayılmasıyla birer külte dönüşecektir. “Big Trouble in Little China” filmi de vizyondan kalktıktan sonra insanların filmi evlerinde kendi imkanlarıyla izlemeye başlamasıyla birlikte belli bir hayran kitlesine kavuşacaktır. Film, Kurt Russell’ın bir kamyon şoförünü canlandırdığı Jack Burton karakteri ile onun Çinli oyun arkadaşı Wang chi’nin başlarına gelen tuhaf olayları ele alır. Wang chi’nin yıllardır mektuplaştığı ama beş senedir göremediği kız arkadaşını almak için hava alanına giden ikilinin bu saatten itibaren başı beladan kurtulmayacak ve hiçbir ciddiyeti olmayan birbirinden komik belalar peşlerini bırakmayacaktır.

8) The Fog (1980)

1880 yılında içi cüzzamlı gemicilerle dolu olan bir gemi kuzey Kaliforniya’daki bir sahil kasabasına yanaşmak ister. cüzzamlı olan geminin kaptanı da dâhil olmak üzere gemicilerin amacı, insanlardan uzak rahatsız edilmeden yaşayabileceklerini düşündükleri bu kasabaya yerleşmektir. Ancak işler düşündükleri gibi gitmez. Böyle bir geminin kıyıya yanaştığını öğrenen altı kişi, geminin içindeki altınları da çalmak amacıyla bir gece gemiyi batırır ve içindeki herkesin de ölmesine sebep olurlar. Bu feci olaydan tam 100 sene sonra kasabayı kalın bir sis bulutu saracak ve bu sisin içerisinden yıllar önce feci şekilde can veren denizciler intikamlarını almak için çıkageleceklerdir. Carpenter’ın bu filmi vizyona girdiği dönemde gişe anlamında yönetmeni mutlu etmeye yetecek bir başarıya imza atmıştır. Ancak film o dönemde eleştirmenlerden olumlu yorumlar almazken; ilerleyen yıllarda ise film, bir korku klasiğine dönüşecek ve sinema eleştirmenlerince de hayırla yâd edilir hale gelecektir.

7) Christine (1983)

Reklam

“Christine”, John Carpenter’ın eşi benzeri olmayan filmlerinden biridir. Film, Stephen King’in aynı isimli romanından sinemaya uyarlanmıştır. “Christine” öyle bir filmdir ki filmi beğenmeniz halinde kendinizi sürekli bu filmi izlerken bulabilirsiniz. Filmi güçlü kılan en önemli özelliklerinden birisi ise kesinlikle müzikleridir. Film için seçilen hem sözlü şarkılar hem de Carpenter’ın elinden çıkan melodiler filmi bambaşka bir yere taşır. Bu sayede bir kez daha görürüz ki iyi müzik seçimleri basit gibi görebileceğiniz bir korku filmine bile destansı bir hava katabilir. Özellikle “katil arabanın” ateşler içinde karanlık bir yolda Carpenter’ın nağmeleri ile ilerlediği sahne, sinema tarihine girmeyi çoktan başarmış muazzam bir sekanstır. “Christine”, bir korku klasiği olmasının yanında aynı zamanda da garip bir aşk filmi ve aynı zamanda bir arabanın sahibine duyduğu ve kimseyle paylaşmak istemediği korkutucu bir bağlılığın hikâyesidir.

6) Escape From New York (1981)

” Escape From New York “, John Carpenter ve Kurt Russell birlikteliğinin “Elvis” (1979) filminden sonraki ikinci filmidir. Bu filmin hemen ardından ikili, bu sefer de “the Thing” (1982) şaheseri için bir araya geleceklerdir. Bu filmin Carpenter ile birlikte senaryo yazarlarından biri de “Halloween” (1978) filminin efsanevi Michael Myers karakterini canlandıran Nick Castle’dır. Film, çekildiği dönem için yakın gelecek sayılabilecek 1997 yılında geçmektedir. Amerika’da artan suç oranları sebebiyle hükümet Manhattan adasını ultra güvenlikli bir açık hava hapishanesine çevirmiştir. Ülkenin azılı suçluları bu adaya bırakılmakta ve bu adadan dışarıya çıkmalarına asla izin verilmemektedir. Bir gün Amerika Birleşik Devletleri başkanının içerisinde olduğu uçağın teröristlerce heklenmesi sonucu uçak Manhattan adasına düşer. Başkan içinde bulunduğu korunaklı pod sayesinde hayatta kalır ancak sağ salim adadan çıkarılması için hükümetin bir an önce harekete geçmesi gerekmektedir. Bunun üzerine önceden özel kuvvetlerde bulunan ama şu an bir suçlu olan “Snake Plissken” suçlarının affedilmesi şartıyla başkanı kurtarmak üzere adaya gönderilir. Başkanı adadan çıkarmak ise göründüğü kadar kolay olmayacaktır.

5) Assault on Precinct 13 (1976)

“Assault on Precinct 13”, Carpenter’ın “Dark Star” (1974) filminden sonra çektiği ikinci uzun metraj filmidir. Söylediğine göre filmini, Howard Hawks imzalı “Rio Bravo” (1959) ve George A. Romero imzalı “Night of the Living Dead” (1968) filmlerinden esinlenerek oluşturmuştur. Gerçekten film, hem modern bir western havası taşımakta hem de zombi filmlerini andıran sekansları içinde barındırmaktadır. Film, acımasız bir yerel çetenin polis tarafından öldürülen üyelerinin intikamını almak amacıyla 13. polis bölgesinde bulunan bir karakola gerçekleştirdikleri silahlı baskını ele alır. Çete üyelerinin karakola düzenledikleri üstünkörü saldırılar sanki bir zombi saldırısını andırmaktadır. Çete üyeleri birer zombi gibi, ölmeyi bir saniye bile düşünmeden karakola saldırmakta ve sayıları da hiç bitmeyecekmiş gibi giderek artmaktadır. Carpenter’ın bu filmi vizyona girdiği dönemde ortaya karışık yorumlar almışken film ilerleyen yıllarda bir aksiyon kültüne dönüşecektir.

Reklam

4) They Live (1988)

1988 yılında John Carpenter tarafından senaryosu yazılan ve ayrıca yönetilen “They Live” filmi, Ray Nelson’ın “Eight O’clock in the Morning” (1963) adlı kısa öyküsünden uyarlanmıştır. Carpenter’ın diğer büyük filmlerinde de olduğu gibi bu film de vizyona girdiği dönemde hem seyirciler hem de eleştirmenler tarafından pek beğenilmemiştir. Vizyona girdiği ilk hafta kuzey Amerika gişelerinde ilk sırada yer almasına rağmen ilerleyen haftalarda gişede arka sıralara düşecektir. Ancak akıp giden zaman, pek çok kez olduğu gibi yine Carpenter’ın yanında olacak ve “They Live” filmi zamanla bir külte dönüşecektir. Filmin verdiği mesajlar günümüzde dahi geçerliliğini koruyan ve korumaya da devam edecek güçte söylemlerdir. Filmde Nada karakterinin gözlüğü takmasıyla fark ettiği subliminal mesajlar bugün çoğumuzun görmekten kaçındığı gerçeklerdir.

3) In the Mouth of Madness (1994)

Farklılık deliliktir. Yaşadığımız dünyada hepimizin rolleri az çok bellidir. Bu tanrısal bir mesele değildir. Keşke yalnızca tek bir tanrıyla uğraşıyor olsaydık. İşimiz daha kolay olurdu. Rolüne fazlasıyla sadık, yaptığı veya düşündüğü hiçbir şeyi sorgulamayan bir topluluğun içerisinde tanrıya gerek dahi kalmaz. En basitinden etrafınıza şöyle bir bakın. Etrafımız tanrının ağzıyla konuşan, onun yerine karar veren insanlarla doludur. Bu film, Carpenter’ın kıyamet üçlemesinin son filmidir. Bu filmle birlikte kendi tarzıyla insanlığın sonunu da getirmiş olur. gerçekliğin “trend topic” olmaktan öteye gidemediği bir dünyada bizler de çıktığımız bu yolculukta, filmdeki John Trent (Trend) ve Linda Styles (Stil) karakterleri gibi delirmeye mahkumuz.

2) Halloween (1978)

Reklam

“Halloween” filminin korku türü açısından yeri bir başkadır. Bu film, türü değiştiren ve türe gerçek anlamda yön veren filmlerden biridir. Hatta kimilerince ilk “slasher” filmi olarak bile değerlendirilir. “Halloween”, 300 bin dolar gibi o zaman için bile düşük denebilecek bir bütçeyle vizyona girip 70 milyon doların üstünde bir hasılat elde etmiştir. Bu arada, filme para aktaran bir ismi hepimiz çok yakından tanıyoruz. Bu isim, ülkemizde bir zamanlar ramazan aylarının vazgeçilmez filmi olan “the Message” (Çağrı) ile yine çok sevilen ve bence de çok kaliteli bir film olan “Lion of the Desert” (Çöl Aslanı Ömer Muhtar) gibi filmlerin yönetmeni Mustafa Akkad’ın ta kendisidir. “Halloween”, bu finansal başarısıyla hem yapımcısı Akkad’a hem de Carpenter’a önemli miktarda para kazandırmıştır. Ayrıca, 1999 yılında vizyona girecek ve benim en sevdiğim korku filmlerinden biri olan “the Blair Witch Project” filmine kadar da en çok kar eden bağımsız film olma unvanını bir süreliğine elinde bulundurmuştur.

1) The Thing (1982)

John Carpenter’ın unutulmaz korku klasiği… Zamanının çok ötesinde bir film… Değeri yıllandıkça anlaşılmış ve korku klasiklerinin arasına girmeyi başarmıştır. Filmin günümüzde bu denli çok sevilmesinin sebebi pek çok açıdan tartışılabilir. Günümüzde sırtını tamamen bilgisayar efektlerine dayamış yapay ve renksiz korku filmlerinin yanında yaklaşık kırk sene önceki teknolojiyle çekilmiş olan bu film halen gecenin karanlığında bir yıldız gibi parlamaktadır. O gün sadece 22 yaşında olan Rob Bottin tarafından tasarlanan makyaj ve canavar görüntüleri bugün için bile çok ileri bir seviyededir. Herhangi bir yapay efekte ihtiyaç duymadan yaratılan atmosfer, ayakta alkışlanacak cinstendir. O yüzden filmin başarısında görüntü, makyaj ve sanat ekibinin çok büyük payı vardır. Tabi bunların yanında film, anlattığı konu açısından da size sınırsız bir gerilim sunmaktadır. İnsanları taklit eden bir uzaylı formunun bir grup bilim adamını ne hale getirdiğini gördükçe sizler de yerinizde duramazsınız. Özellikle kan testinin yapıldığı sahne, sinema tarihinin hala en iyi sahnelerinden biridir. Ve elbette ki, unutulmaz efsane Ennio Morricone’ye ait müzik notalarının da filme kattığı değer tartışılmazdır.

Reklam

Köşe Yazıları

“Back To Black” Film Yorumları | Spoilersız

Amy Winehouse biyografik filmi “Back to Black” son yıllarda beyazperdede yerli ve yabancı bir çok örneğini izlediğimiz yapımların son örneği. Peki izlenir mi?

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

Amy Winehouuse’un biyografik filmi “Back To Black” merakla beklediğimiz filmlerden birisiydi. Filmi vizyona girmeden 3 gün önce izledim. Müzikleri açısından film Amy Winehouse’u ve tarzını sevenleri hayli tatmin edecek düzeyde bir yapıya sahip. Peki müzikler güzel ama bu film izlenir mi?

Sorunun cevabına hem artılarını hem de eksilerini yazarak geçelim.

Back To Black Filminin Artıları

Filmi izlemeden önce yaklaşık iki saatlik süresi ile acaba uzatılarak sıkıcı mı olmuş diye merak ettirmesine rağmen bitişin ardından yeterli bir süre olduğunu düşündürdü. Bunda en önemli etken ise genç yaşta kaybettiğimiz bu müzisyenin özel hayatı + müzik kariyerini hem onun şarkıları hem de müziğine yön veren diğer şarkıları duyarak geçiriyoruz. Yaklaşık 15 şarkının bu 120 dakika içerisine dağıtılarak izlemek filmin artılarından biriydi.

Baş roldeki Marisa Abela bence şarkıları Amy Winehouse’a çok benzer bir tonlama ile başarıyla seslendirmiş.

Reklam

Filmin soundtrack albümüne imza atan usta müzisyen Nick Cave’in Amy Winehouse için seslendirdiği yeni şarkısı “Song For Amy” şarkısını da duymak hayli özeldi.

Back To Black Filminin Eksileri

Radio Mood Web Yayın Yönetmeni Tolga Yiğit

Filmin en handikaplı noktası tıpkı Whitney Houston filminde de yaşadığımız gibi harika şarkılar olmasına rağmen şarkıların bestelenme süreçlerine ve ardındaki hikayelerin derinine inilemeyişi. Bu filmde sanatçının 27 yaşında aramızdan ayrılışının da etkisi olabilir. Ya kısa yaşamındaki o üretim süreçlerine kimse şahitlik etmemiş ve yönetmene anlatamamış ya da yönetmen izleyiciyi bu anlatımlarla sinemaya çekemeyeceğini düşünerek hayatındaki sıkıntılara ve bağımlılıklarına odaklanmış olabilir.

Bergen, Dilberay filmlerinde de sanatçıların acı, keder ve çile dolu yaşam hikayeleri filmin odağı olmuştu.

Filmde mendil ıslatacağınız bir kaç sahne olmasına rağmen o anlarda da duygusal olarak zirveye çıkamadığımı belirtmeliyim. Belki de siz göz yaşlarınıza hakim olamayabilirsiniz. Öyle olursa diyebilirim ki bu benim taş kalpliliğimden kaynaklanmıştır. 😉

Amy Winehouse’un Düştüğü Boşluk

Filmde kısıtlı anlarda gördüğümüz kadarıyla Amy çok üretken olmayan bir söz yazarı olduğunu söyleyerek; hayattan ve yaşadıklarından beslendiğini anlatıyordu. Bu beslenme ile hayatın içinden kimi zaman dinleyeni gülümseten sözlere sahip eski sevgilelere yazılmış şarkılarını dinliyorsunuz. Ve sonrasında kendi özel hayatındaki düşüşlerin yansıdığı derin şarkıları da.

Amy küçük yaştayken ayrılan babası ve annesinin ayrılığının derin yaraları sanki onun yetişkinliğe adım attığı dönemde “Eş olmayı”, “Delice aşık olmayı” ve “çocuk sahibi olmayı” tutkulu şekilde arzulamasına ve bu arzularına ulaşamadıkça da derin bir boşluğa düşerek alkol ve bağımlılığın içine düşmesine sebep oluyor. Ve bu süreç, çıkış ve inişlerle bizi hikayenin sonuna götürüyor.

Reklam

Back To Black Filmini Kimler İzlemeli?

Bu trajedik hikayeyi ve sadece filmdeki sorunları izleyince insan “Ah be Amy keşke bunları bu kadar kafana takmasaydın” demeden edemiyor.

Ama ince ruhlu ve yaralı kalpli bir isim o.

Amy Winehouse ya bizim ülkemizde yaşayan bir genç olsaydı neler olurdu acaba?

Peki gelelim “Back To Black Filmini Kimler İzlemeli?” sorusunun cevabına : Bir baş yapıt olmasa da özellikle Amy Winehouse ve onun tarzındaki müzikleri sevenler için hafta sonunda iyi bir alternatif olan “Back to Black” filmi “Bohemian Rhapsody”den biraz aşağıda “I Wanna Dance With Somebody”den ise biraz yukarıda bir film olarak sizleri bekliyor.

İzleyeceklere şimdiden iyi seyirler

Reklam

Tolga Yiğit

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

“Cadı” Filmi Yorumu – Tolga Yiğit Yazdı

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Cadı” adlı romanından uyarlanan film, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş günlerinde, genç bir dul olan Fikriye’nin zorla evlendirildiği Naşit Nefi Efendi ve yaşadığı köşk hakkındaki “cadı” söylentilerinin ardındaki gizemi çözmeye çalışırken gelişen olayları konu ediniyor. Peki Cadı Filmi İzlenir mi?

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

“Cadı” filmi izlenir ve özellikle korku gerilim filmi severler için haftanın dikkat çeken yapımlarından birisi olarak karşımızda…

Korku sineması denilince ülkemizde konular; üç harfliler, karabasan, kötü ruh gibi dar bir alan içerisinde hikayeleştiriliyor.

Bu film bize Hüseyin Rahmi Gürpınar‘ın eserinden esinlenerek farklı ve güzel bir korku filmi izletmeyi başarıyor.

Reklam

Hikayesindeki bu farklılıklar çok fazla ters köşelere sahip olmamasına rağmen benim hoşuma gitti. Baştan sona dikkatiniz dağılmadan filmi izleyebiliyorsunuz. Belki kimi izleyiciler sadece filmin temposunun hızlanabilmesi için 5 ila 10 dakika arasındaki bir sürenin kısaltılması gerektiğini de düşünebilir; ama, bunun dışında keyifle izlenen bir yapımla karşı karşıyayız. Ayrıca, oyunculuk da başarılıydı. Film, haftanın i

lgiyi hak eden yapımlarından birisi. İzleyeceklere şimdiden iyi seyirler diliyorum…

Tolga Yiğit

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Geçtiğimiz Haftanın En Çok İzlenen Dizi ve Filmleri (18 – 24 Mart 2024)

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

Türkiye’de geçtiğimiz hafta en çok izlenen 10 Dizi ve 10 Film (18 – 24 Mart 2024) Dijital Platform Top 10 Listesini İnceleyin

Dijital Platform Top 10

(18 – 24 Mart 2024) haftasında Türkiye’de Dijital Platformlarda En Çok İzlenen filmler ve dizilerin listesini aşağıdaki grafiklerde bulabilirsiniz.

Geçtiğimiz hafta ülkemizde en çok hangi dizi ve filmler izlendi? Sadece TRT’nin yayında olduğu yıllarda izlediğimiz Shogun dizsinin yeni versiyonu bu hafta dijital platformlar dizi listesinde zirvede yer aldı. Film listesinde Bar Fedaisi filminin yeniden uyarlaması Prime Video’yu zirveye taşıdı.

Bakalım sizin izlediğiniz diziler ilk 10’a girebilmiş mi?

Reklam

 www.justwatch.com’un verilerine göre işte en çok izlenen diziler ve filmler : 

Türkiye’de En Çok izlenen 10 Dizi Hangisi (18 – 24 Mart 2024)

Avatar The Last Airbender animasyonun diziye uyarlanması merakla bekleniyordu ve ilk sezonu yayınlandı. Tabi ki bu büyük bekleyiş izlenme sırlamasında ilk hafta iyi başarı yakalamışken artık dizi 6. sıraya düşse de çok izlenmeye devam ediyor.

Listesinin Zirvesinde her hafta Disney Plus’da yeni bölümü yayınlanan FX yapımı Shogun var. Prime Video’nun Invincble animasyonu da 7. basamakta kendine yer bulmuş. Netflix’in merakla beklenen dizisi 3 Cisim Problemi ise Shogun’ı geçemeyerek 2. sırada yer aldı.

Türkiye’de En Çok izlenen 10 Film Hangisi (18 – 24 Mart 2024)

En çok izlenen filmler listesinde merhum Patrick Swayze’nin popüler filmlerinden Bar Fedas’nin Prime Video için yeniden uyarlaması yer aldı. Damsel 8. sırada yer alırken, What Happened to Monday orijinal isimli Yedinci hayat filmi Tv Plus’da yayınlanmaya başlayınca listede de 3. sırada iyi bir yer buldu.

Netflix ve Disney Plus’ın arşivine dahil olan Asfaltın Kralları filimide haftanın en çok izlenen 5. film olmayı başardı.

Reklam

Not: JustWatch Akış Grafikleri, JustWatch web sitesindeki ve mobil uygulamalasındaki kullanıcı etkinliğine göre hesaplanır. Bu, bir yayın teklifine tıklamayı, izleme listesine bir başlık eklemeyi ve bir başlığı ‘görüldü’ olarak işaretlemeyi içerir. Bu veriler ayda 40 milyondan fazla film ve TV şovu hayranından toplanıyor. 140 ülke ve 4.500 yayın hizmeti için günlük olarak güncellenmektedir.

Devamını Okuyun

Köşe Yazıları

Demir Pençe Film Yorumları The Iron Claw Film İnceleme

Yayınlandı

on

Yazan

Radio Mood App

Film, Amerikan güreşinde bir döneme damga vuran Von Erich ailesinin zaferler ve trajediler içeren hikâyesini konu ediniyor.

Ülkemizde 80‘ lerde çok popüler olan şimdilerde ise yine şifreli spor yayını yapan kanallarda yeni dönem müsabakaları yayınlanan ve “Amerikan Güreşi” adıyla bilinen güreşin içinde yer alan ve neredeyse hayatlarının her anına bu sporun işlediği ailenin savrulduğu üzücü hikayeyi izliyoruz.

Bir baba düşünün ki evlatlarına sarılmayı bırakın samimi bir konuşma bile yapmıyor, varsa yoksa tek derdi kendisinin kazanamadığı Dünya Şampiyonluğunu hangi oğlunun kazanacağı. Ve en ufak bir tökezleme gösteren oğlunu bir anlamda silip bir diğerine yöneliyor.

Bunun yanı sıra yönetmenin trajediyi ve dramayı bize ağır ağır izlettiği filmin kurgusu yani temposu biraz daha hızlı olsa daha mı iyi olurdu diye düşündürüyor. Belki siz tempoyu çok yerinde bulabilirsiniz.

Reklam

Kevin Von Erich rolünde izlediğimiz Zac Efron’u Baywatch’da izlediyseniz tanımakta güçlük çekebilirisiniz. Fiziki olarak iyi bir dönüşüm yaşamış.

Demir Pençe Filmini Kimler İzlemeli?

“Amerikan Güreşi” sevenler için bu film muhakkak görülmeli çünkü güreş tarihine adını yazdırmış bir aile ve olayları izliyoruz. Ancak buradaki güreş sahneleri çok da baskın değil çünkü filmde yaşanan bir Von Erich laneti denilen trajedi var. Yönetmen filmde babanın oğulları ile olan ilişkisini ya da ilişkisizliğini daha çok ön plana çıkartıyor bu yüzden güreş sahneleri yan hikaye olarak kalıyor. Tabi böyle olması yerinde olmuş.

Bu tarz gerçek hayattan uyarlanma trajik hikayeleri sevenler için bu haftanın en iyi filmi olarak vizyonda sizleri bekliyor sakın kaçırmayın şimdiden iyi seyirler 

Devamını Okuyun

En Çok Okunanlar